2. MİTOLOJİDE BİREYSELLEŞME ÇABASI
Giriş
Bu bölümde söz konusu destanlarda adı geçen kimi kahramanların olaylar karşısındaki düşünce ve davranış şekilleri incelenecek ve bireysellik çabasının anlamı ve özellikleri bu örnekler eşliğinde açıklanacaktır. Ardından, insanoğlunun yaratılıştan itibaren hem akıllı bir varlık hem de ölümlü bir varlık olmasından kaynaklanan doğal çelişki vurgulanarak insanın bu çelişik doğası yüzünden trajik düşünmeye baştan yazgılı olduğu açıklanmaya çalışılacaktır.
2.1. İç Konuşma
Felsefi düşünüş, bireysel karar almak ya da seçim yapabilmekle başlar. Bunun anlamı, insanın bir akıl varlığı olduğunu keşfetmesi, dolayısıyla seçim yapabilme özgürlüğü olduğunu hissetmesidir. Homeros ve Hesiodos destanlarının bir özelliği de, mitolojide bireyselleşmenin ne anlama geldiğini vurgulamaları ve felsefedeki bireyselleşmenin anlaşılmasına bir zemin oluşturmalarıdır.
Mitolojik destanlarda başat karakterlerin bazı önemli olaylar karşısındaki konuşmalarından, kendi başlarına karar alabildikleri gözlemlenir. Bu durum ilginçtir, çünkü mitolojide insanın etrafı tanrılar ile çevrilidir ve olaylar zincirinin tüm halkaları bu tanrılar tarafından sabitlenmiştir. Buna rağmen, bu destanların satırlarında öyle mitolojik insanlar vardır ki içinden çıkılmaz bir durumda kaldıklarında, tanrılardan destek beklemek yerine kendi iç sesinden destek beklemeyi tercih eder. Bu tercih ileride düşünce sahnesine çıkacak Yunan filozofunun özgün karakteri hakkında bize belli bir fikir verir.
Mitolojik bireyselleşme özellikle Homeros’un Akhilleus ve Hektor adlı kahramanlarında, Hesiodos’un da Prometheus adlı kahramanında anlamını bulur. Bu kahramanlar hem siyasi hem sosyal hem kültürel hem de ahlak bakımından çözülmesi güç bir olayla karşılaştıklarında tanrılara danışmak yerine kendi gönüllerine (θυμός) 1 danışırlar ve kendi gönülleriyle konuşmaya başlarlar. Bu bir anlamda iç konuşmadır (monolog interior). Bu konuşma sonrasında bir karara varan kahramanlar, artık başlarına gelebilecek her şeye hazır halde kararlarını uygulama safhasına geçerler.
Bu tür mitolojik iç konuşmaların önemi, kahramanın tanrılara, toplumun değerlerine ve bu değerlerin kendi üzerlerindeki baskısına rağmen bir fikir alabilme, aldığı fikri çekinmeden söyleyebilme konusunda kişinin kendini özgür hissedişinde, dolayısıyla hem tanrılara hem de topluma karşı bir tavır sergileyebilmelerinde yatar.
İç konuşmalara örnek olarak Homeros’un kahramanları Akhilleus’un ve Hektor’un konuşmaları gösterilebilir. Bu konuşmalardaki “doğru olanı sorgulama” ve “toplumun doğrusu ile kahramanın kendi doğrusu arasında yaşanan çatışkı,” birey olmaya doğru yükselişin kıvılcımlarını açığa vurur.
2.2. Akhilleus’un Kararı
Kahraman Akhilleus’un kendi kararını bildiren konuşmasında, toplumun insana yüklediği doğruluk ile kendi doğrusu arasındaki ürkütücü uzaklık gözler önüne serilir.2 Akhilleus, Troia savaşının komutanı Agamemnon’un davranışları karşısında öfkelenmiş ve savaştan çekilmiştir. Kendine göre eve dönme sebepleri vardır. Haklı gerekçelerini karşısındaki kişilere açıklarken adeta toplumdan uzaklaşır ve git gide ona yabancılaşır. Şöyle der Akhilleus:3
“Hades kapılarından nefret ettiğim kadar nefret ederim
gönlü başka, dili başka adamdan;
Yok, ben dosdoğru, içimden geleni söyleyeceğim size.”
Görüldüğü üzere, bu sözleriyle Akhilleus kendi düşüncesiyle baş başa kalmıştır. Yanıtını kimseden, tanrılardan bile beklemediği sorular sormaktadır kendine, ama aslında bu soruların yanıtını o çoktan vermiştir.
Resim 1: Akhilleus’un karar anı
Bir başka örnek yine onun Troia savaşının haksız bir nedenden başlayıp sürdürdüğünü belirten cümlelerinde şöyle açığa çıkmaktadır:4
“Ama Yunanlar ne diye savaşıyorlar ki Troialılarla?
Atreusoğlu ne diye toplayıp getirdi bunca adamını buraya?
Güzel Saçlı Helene uğruna, öyle mi?
Karılarını bir tek Atreusoğulları sever sanki!”
Topluma karşı yapılan bu eleştiride, bu kez tanrıların kurduğuna inanılan sosyal birlikteliğe, birlikte işleyişe de, daha geniş bir ifadeyle söyleyecek olursak, tanrının yazdığı yazgıya da bir anlamda karşı çıkış söz konusudur. Akhilleus’un bu iç sesi, kendini trajedilerde en yüksek biçimine ulaştıracak olan, “hybris’in (insanın doğada kendisine ayrılan yerin dışına çıkması, sınırını aşması)” başını hafifçe dışarı çıkartmasıdır.
2.3. Hektor’un Kararı
Bu tür konuşmaların ikincisi, Hektor’un kendi “thymos’uyla” yaptığı bir iç konuşmadır: Hektor Troia’nın kapısı önünde tek başına durmuş, düşmanı Akhilleus’u beklemektedir, kendisini öldüreceğini bile bile. Ardından kendi kendine konuşmaya başlar ve konuşmasına başladığı andan itibaren de örtük kapının gerisindeki toplumuna yabancılaşır. O anda toplumunun kendine biçtiği bütün rollerinden soyunur. Çünkü kendi kendine karar verdiği anda Hektor’un aklında artık geleneğin kodları yoktur. Artık toplumunun askeri önderi değildir o, salt bir insandır.
Resim 2: Hektor
Ana babası kapının gerisinden Hektor’u içeri çağırır ve aldığı kararından vazgeçirmeye çalışır. Ama Hektor, “thymos’uyla” başbaşa kalmayı ve sonunda ölüm bile olsa içeriye girmemeyi kafasına koymuştur. Kalkanını surlara dayayıp kapıda dikilir ve son kez tartışır yüreğiyle. Sonunda öleceğini bile bile kendi seçimini yapar yine de: 5
Vay başıma gelen, girersem şimdi kapıların, surların içine,
ilk Polydamas kusacak hiddetini başıma, emretmişti çünkü bana
soylu Akhilleus’un kükrediği o ölümlü gece, ‘Al kentin içine Troialıları,’ demişti.
Ama dinlemedim onu, keşke dinleseymişim.
... Utanıyorum Troia’nın erkeklerinden, upuzun etekli kadınlarından
ya bir gün çıkıp da beş para etmeyen biri bana derse ki,
‘Hektor çok güvenirdi kendi gücüne, ama kıyıverdi bak kendi halkına.’
Söylerler mi söylerler; o zaman benim için en iyisi Akhilleus’la
çarpışmak göğüs göğüse,
ya ben öldürürüm onu, dönerim öyle evime,
ya da ben ölürüm şerefimle kentimin önünde.
Yoksa koyup şu göbekli kalkanımı, ağır miğferimi bir kenara
kargımı da dayayıp şu duvara, çıksam mı çırılçıplak soylu
Akhilleus’un karşısına;
‘Helene’yi geri vereceğiz’ desem, tüm çeyiziyle birlikte,
hani Paris’in Troia’ya getirdiği o koskoca gövdeli gemileriyle; zaten
bu değil mi savaş sebebimiz ?
... Ama yüreğim ne diye konuşup duruyor benimle böyle,
... vuruşmak en iyisi, bir an önce;
görelim bakalım Olymposlu hangimizi nail edecek o şerefe?
Her şeye rağmen, Homeros destanlarındaki ne Akhilleus’un ne de Hektor’un kararı henüz trajik ya da felsefi anlamda bir bireysellik ya da kişisellik (eigene: kendine aitlik) içermemektedir; bunlar yarı otonom kararlardır. Çünkü karar alındığı anda, trajedide ya da felsefede olduğu gibi, kişi henüz karar aldığının bilincinde değildir.
2.4. Arete
Homeros’un şiirlerine bireyselleşmenin nüvelerini gözlemleme açısından bakıldığında, üzerinde durulması gereken bir konu da Homerosçu “arete’dir”, yani “savaşta cesaret gösterme ve insanı hastalıktan ve açlıktan koruyan bedensel sağlık ve güçtür.” Eski Yunan felsefesinde genellikle “güç ya da erdem” anlamında kullanılan bu sözcük aslında “zihni uykusundan uyandıran, insanın istediği ya da arzuladığı şeye ulaştıran ve insana kendisi için en değerli şeylerini kurban ettiren tutkunun kendisidir.” İşte bu tutku kişiyi, bireysel ve güçlü davranışa iten güçle ya da erdemle eştir.
Örneğin Akhilleus, dostu öldüğünde, kendi aretesi için yaşamını feda etmeyi bile göze alır ve öfkesi içinde bir volkan gibi patlarken şöyle der: 6
“Ne diye bildirirsin bana ölümümü, Ksanthos? Senin işin değil bu.
Ben de iyi bilirim, burada ölmektir kaderim,
sevgili babamdan, anamdan uzakta;
ama akıbet böyle olsa da,
Troialıları dize getirmeden, ben savaşı bırakmam.
Hektor da savaşta yakınlarını yitirip tek başına kaldığında, eşinin bütün uyarılarına rağmen kendi aretesi için güvenliğinden bile vazgeçer ve şöyle der:
Bunların hepsini ben de düşünüyorum, kadınım,
ama savaşı bırakırsam bir korkak gibi
çok utanırım Troia’nın erkeklerinden, uzun elbiseli kadınlarından;
yüreğim de izin vermez böyle bir şeye,
her zaman güçlü durmayı öğrenmişim bir kere,
Troialıların en önünde savaşmayı,
... Ama şunu da çok iyi biliyorum ki,
gün gelecek kutsal Ilion yerle bir olacak,
hem de Priamos ve onun kargı kullanma ustası adamlarıyla birlikte.
2.5. İç Yolculuk
Ilias adlı destanda tek tek kahramanlarda ve farklı farklı olaylarda gözlemlediğimiz Homerosçu bireysellik tohumları, Odysseia’da tek bir kahramanın kişiliğinde özetlenir. Araştırma konumuz açısından bakıldığında, Odysseus’un sürgün yolculuğundaki “merak ve keşif tutkusu” üzerine söylenenler bir başka dikkat çekici husutur. Çünkü yurduna, eşine ve oğluna dönüş için, denizlerin yüce tanrısı Poseidon’un bütün karşı çıkışlarına direnen ve tanrı istese de istemese de amacına ulaşmak adına her türlü tehlikeyi göze alan Odysseus’un Troia savaşından ülkesine dönüş yolculuğu, Yunan yaşama ve düşünme biçiminin katlarını açan örnek bir okumadır.
Bu destanda, Doğanın karşısına Troia’dan on iki gemiyle çıkılır ve tek bir gemi kalana kadar da dalgalara, fırtınalara ve yabancı halklara karşı büyük bir mücadele verilir. Ama bir gün o gemi de bütün mürettebatıyla birlikte yitirilir; açık denizde, yani dönüşe asla izin vermeyecek olan deniz tanrısı Poseidon’un koynunda tek başına yüzülür; en sonunda akıl kullanılır, bir sal yapılır ve bununla yolculuk tamamlanır.
Küçük Asya’dan (Asia Minor) başlayarak, Kuzey Afrika, Yunanistan ve İtalya kıyılarında, zaman zaman da o kıyılardan çok uzaklardaki adalarda geçen bu yolculuk yaşam labirentindeki insanın iç yolculuğuna eştir. İnsanın yüksek hayal gücü, dizginlenmez merakı ve yeni olanı keşfetme tutkusu dışa vurulurken, aynı zamanda içsel bir keşif de başlar ve çıkılan bu mitolojik yolculukta insan her şeyden önce içindeki gizli adaları doyasıya keşfeder. Bütün tanrıların kendisinden el ayak çektiği sıralarda insan kendi kendisiyle baş başa kalır, kendi kendisiyle konuşur, düşünür, hileler geliştirir ve hiç beklemediği doğa olaylarının üstesinden gelerek insan olmanın keyfini yaşar. İnsanın kendi fiziksel ve zihinsel gücüne müthiş güveni, yaşamda geçireceği hiç beklenmedik sınavlara hazırlanmasına ön ayak olur.
Resim 3: Odysseus ve Sirenler
Bu yönüyle Odysseia adlı destan, Ilias destanının kahramanlarla dolu görkemli yaşamından farklı bir yapı sergiler; çünkü hakaretlere göğüs geren, acı çekerek bilgelik öğrenen bir toplum söz konusudur bu destanda. Yaşlı adamlar artık kır saçlarından dolayı değil, çok şey bildikleri için övülürler ve bedensel gücün ötesinde bir övgü kaynağıdır bu. Bilgelik, öfkeyi yenmeyi öğrenmiştir bu destanın satırlarında.
Odysseus’un olacakları hesaplama alışkanlığını geliştiren sezgisel bir bilgisi vardır: Troia’dan, kendi yurdu Ithake’ye varıp da sahile çıktığında hemen oğlunu tanıdığı halde, doğal telaşına ve heyecanlarına gem vurmasını da bilir ve doğru an gelene kadar bekler, kendisinin kim olduğunu açıklamaz. Sarayına geldiğinde ise krallığının talipleriyle uğraşmak zorunda kalır. Onların birinden bir parça ekmek ister. Ama ekmek yerine sağ omzuna bir tokmak yer. Yenen bu tokmağın Odysseus’a söylettirdiği sözlerse onu karakterindeki farklılığı dile getiren türdedir: 7
Ey anlı şanlı kraliçenin âşıkları, beni dinleyin,
gönlümdeki şu yürek ne buyurur bana, bir deyivereyim.
Acınacak bir şey değil doğrusu,
kederlenecek bir şey de değil,
bir adamın malı mülkü için,
sığırları, ak koyunları için savaşırken vurulması;
ama Antinoos şu kahrolası oburluk için vurdu bana,
insanın başına bin türlü bela açan şu uğursuz oburluk için.
Odysseus bu tür bütün aşağılanmalara karşı görkemli bir dayanma gücü gösterir; kendinin olanı yeniden kazanmaya uğraşmakla baş başa bırakılış, onun destanında yaşam sınavının görkemli bir gösterisine dönüşür.
2.6. Trajik Akıl
Homeros’tan ayrılıp Hesiodos’a baktığımızda ise zorlu yaşam mücadelesinin onda gerçekliğe yönelik farklı bir bakış açısı yarattığını görürüz. Bu farklı bakış onu her an kahramanların işlerine karışan Olymposlu tanrıların sınırlı sayıdaki soylu toplumundan ayırır ve her şeyi etkileyen bir güç olan tanrısallığın bilgisini elde etmeye yöneltir. Hesiodos’un destanındaki “Zeus ile Prometheus mitosu” bu açıdan önemlidir. Çünkü bu mitosta ilk kez tanrı ile insanın birebir savaşına tanık olunur. Bu savaşsa aslında insanın trajik aklının ilk keşfidir:
Hesiodos, insanın temsilcisi Prometheus (Düşünen; Sağduyu sahibi) ile Olympos’un yüceler yücesi tanrısı Zeus’u ilk kez Mekone’de bir şölen sahnesinde buluşturur.8 Prometheus akıllı olmanın bitmez acısını öyküleyen ve tüm trajik kahramanların sıra dışı duygu durumlarına esin kaynağı olan bir varlıktır, Zeus ise eski Yunan insanının olmak ve gerçekleştirmek istediği bütün yücelikleri yüklediği tanrılar tanrısı Zeus. Mitolojik bir şiir dizesinde sahnelenen bir şölende karşılaşır ikisi:
Resim 4: Zeus ile Prometheus, ya da Tanrı ile İnsanın ilk karşılaşma sahnesi
Önce koca bir öküzü ikiye bölüp sofraya koyar Prometheus.9 Tanrıyla çatışmaya hazır, yüce öfkeye karşı kurnazlık ve hırsla donanımlıdır. Öküzün yağlı etlerini ve bağırsaklarını karın derisinin altına gizler. Kemiklerden oluşan parçaları ise bembeyaz yağların altına koyar.
Zeus bu paylaştırmanın hiç adil olmadığını belirtir, ama karşısındaki kurnaz akıl hafifçe gülerek tanrıya, “göğsündeki yürek hangi payı istiyorsa, onu al,” der. Bunun üzerine Zeus öküzün yağlı kısımlarını almaya kalkar ve yağlarını kaldırınca da altındaki kemiklerle karşılaşır. O an önüne geçilmez bir öfke kaplar içini, safrası dalga dalga kabarır.10 “Yüz yüze gelindiğinde tanrılar korkunçtur” diyen Homeros’un düşüncesi de böylece kanıtlanmış olur. İnsanın başkaldırısı ile Tanrı’nın şimşek yağdıran öfkesi, ilk kez açıkça bu şölende çarpışır ve bu çarpışma Prometheus’un tanrının gizlediği coşkun ateşi, başka deyişle uygarlığın pırıl pırıl kıvılcımını insanlık adına çalışıyla daha da alevlenir. Bulutlarla gümbürdeyen Zeus, intikamının ilk perdesinde, hep erkeklerden oluşan bu topluma ölüm kadar karmaşık, ama karmaşık olduğu kadar da güzel bir belayı, Pandora’nın simgelediği kadını yollar.
Resim 5: Pandora
Bu görkemli figür, Tanrının öfkesinin açığa vuruluşudur; insanın bu aldatıcı, kurnaz aklını, başkaldıran ruhunu soluksuz bırakacak, düşünme eylemini sona erdirecek, bilincini yaracak ve onu salt tutku varlığı haline getirip iliklerine kadar eritecek tek varlık. Üstelik eline verilen kutuya konan “yaşlılık, acı çekerek çalışma, hastalık, delilik, kötülük ve tutku” gibi tüm umutsuzlukları yeryüzüne saçtığı halde, insanın tek dayanağı olan umudun dışarı çıkmasına izin vermeden kutunun kapağını kapatan varlık.
Görüldüğü üzere insanın bütün bireyselleşme çabaları belli bir aşamada mitolojik tanrıların gazabıyla sonuçlanır. Bunun en somut belirtisi Pandora hikâyesinde kendini gösterir. Pandora, tanrısal intikamın sembolüdür. Tanrı Pandora’yı göndererek daha baştan insanlığın umudunu elinden almıştır. İnsan aklını kullanıp kendini keşfettikçe ve kendi kendine karar alıp bu kararlarını uyguladıkça, tanrısal öfke daha da artacak ve bunun sonucunda felaketler art arda gelecek, insanlık gelişirken yaşamsal dönüm noktaları, karşılıklı intikam alışlar, her intikam alışta katlanan hiddet anları, derin yaralanmalar, zihinsel ve bedensel acı çekişler de kabararak yükselecektir.
Uygulamalar
Yunan mitolojisinde bireyselleşmenin anlamının irdeleyin.
Bireyselleşmenin felsefi düşünüş için neden önemli olduğunu sorgulayın.
İnsanın kendi kararlarına almasına yol açan iç konuşmaların, mitolojik kahramanların örneğinde ayrıntılarıyla inceleyin ve tartışın.
Arete’nin anlamını irdeleyin.
İç yolculuk fikrinin felsefi düşünüş açısından önemini sorgulayın.
Zeus ile Prometheus (Tanrı ve İnsan) arasındaki çatışkıyı tahlil edin ve bu örnekten çıkan trajik aklı sorgulayın.
Uygulama Soruları
Felsefe açısından bireyselleşme ne anlamda önemlidir?
Mitolojide bireyselleşme ne anlam ifade eder?
İç konuşma nedir?
Prometheus ve Zeus’un çatışkısının anlamı nedir?
Pandora neyi simgeler?
Bölüm Özeti
Felsefi düşünüşe sahip olmak, insanın akıllı bir varlık olduğunu anlaması, iç sesini dinlemesi ve bireysel karar almasıyla başlar. Mitolojik dünyada, yani her yerin tanrılarla dolu olduğuna inanılan bir dünyada, insanın tanrı kararından farklı bir karar verebilmesi ve bu kararını özgürce uygulaması, tanrıların gazabını üstüne çekmesi anlamına gelir. Ama her şeye rağmen insan kendisine doğuştan sunulan aklıyla hareket etmeye, seçim yapmaya ve aklının kendisine vereceği ödüle ya da çektireceği cezaya baştan yazgılı bir varlıktır. Bu insan olmanın en büyük trajedisidir.
Kaynakça
No comments:
Post a Comment