5. BİLGİ KURAMI: PLATON
Giriş
İdeanın felsefe tarihinde taşıdığı önemin belirgin örneği Platon’un felsefesidir. Platon felsefesi açısından İdea kavramı ele alınırken, onun idea kavramına yüklediği anlamlar da ortaya çıkar. İdea, Platon felsefesinde, felsefe problemlerinin çözülmesinde merkezi bir yer tutmaktadır. Özellikle fiziksel maddi dünyayı anlamaya çalışırken Platon ünlü mağara örneği ile duyulur dünyanın geçiciliğini ve değişkenliğini vurgularken, asıl olanın akılla kavranan dünya olduğunu ileri sürmektedir. Ona göre gerçek olan, sürekli, değişmez ve kalıcı olmalıdır. Bu beklentiyi yerine getirenler ise, idealar ve idealardan oluşan dünyadır. Demek ki insan bir taraftan duyulur olan fiziksel maddi dünyaya, öteki taraftan da idealar dünyasına bağlıdır, ancak asıl olan idealar dünyasıdır.
İdealar dünyasında, duyulur dünyada bulunan her şeyin ilk örnekleri bulunmaktadır. Gölgeler dünyası olarak de değerlendirilen duyulur dünya ise geçicidir ve buradaki her nesne idealardan pay almıştır. Platon için idea kilit kavram rolü görmektedir ve varlık felsefesinin temeli olan bu idealar görüşü filozofun ahlak, siyaset anlayışının da temelini oluşturmaktadır.
5.1. Platon: İdea Kavramı
Batı felsefe tarihinde idea kavramının analizinin Platon ve Aristoteles’ten başlatılması geleneği vardır. Özellikle Platon söz konusu olduğunda İdea kavramı, söz gelimi Locke’ta kazandığı her türden zihinsel içeriği olma anlamından çok, bilgiye kaynaklık eden ana yapı olarak karşımıza çıkmaktadır. Diğer yandan antik çağ filozoflarının bütün bir batı felsefesinin atası konumunda olduğu göz önünde bulundurulursa, Yeni Çağ düşünürlerinin taşıdığı düşünsel mirasın Platon ve Aristoteles’e geri götürülebileceğini söylemenin çok da yanlış olmaz. Nitekim ide kavramı söz konusu olduğunda antikçağ ve yeniçağda kazandığı anlamlar arasındaki farklılıkların, birbirinden bütünüyle farklı iki şeyin aynı isimle adlandırılmış olması durumundan çok, bu kavramın tarih içerisinde geçirdiği değişim ve dönüşüm olarak yorumlanması uygun olacaktır.
Platon felsefesinin temel direklerinden biri duyusal deneyimimize konu olan dünya ile saf akılla kavradığımız dünya arasındaki ayrımdır. Bu ayrım uyarınca deneyimimize konu olan dünya değişme ve oluşa tabi olan yanılsamaların dünyasıdır. Çünkü duyularımız ile algıladığımız her şey, sürekli olarak değişen, dönüşen bir yapıdadır. Bu bakımdan, duyusal olanların sürekliliğinden ya da sabitliğinden bahsedemeyiz.
Duyumsamakta olduğumuz dünya, görünüşlerin yanıltıcı dünyasıdır. Bu dünyadan edinebileceğimiz veriler, gerçek olanın ne olduğuna ilişkin bir takım ipuçlarından öteye geçemez. Oysa Platon’a göre gerçek sürekli, kalıcı ve değişmez olmalıdır. Böyle bir kalıcılık ve değişmezliğin olduğu dünya, fizik dünyanın ötesinde yer alan, ancak bu fizik dünya ile arasında metheksis yüzünden bir bağ bulunan – ancak mekân ve zaman ile bir ilişkisi bulunmayan – bir başka dünyadır. Platon, bu dünyayı ideai (İdealar) dünyası olarak isimlendirir.23
Platon’a göre gerçek, tek bir şey değil, pek çok şeyden meydana gelir, bunlar da İdeaların kendileridir. Değişmez ve kalıcı olan da madde değil, formdur. Duyulara konu olan fizik dünyada, her şey her an bir değişme ve oluş içindedir. Eğer bir şey sürekli bir değişme içinde ise o şeyin herhangi bir anda tam da olduğu şey olduğunu nasıl söyleyebiliyoruz? Duyumsanan şeyler süreksizdirler, değişim içindedirler. Fakat bu duyumsanan şeylerin saf akılla kavranabilen İdeaları sürekli ve durağandırlar. Onlar hiçbir değişime tabi değildirler. Duyusal deneyimimize konu olan dünyaya sürekli bir değişim hâkimken, akıl edilir İdealar dünyasında bunun tam tersi bir durum söz konusudur: İdealar dünyasında her şey, her an, her ne ise odur.
“… bizim formlar dünyasını bilmemizi mümkün kılan şey, tam da o dünyanın Parmenidesçi bir dünya olması – yani öncesiz- sonrasız ve değişmez bir şekilde kendisi olması – olgusudur.”24
Platon, değişme ve oluş konusunu açıklamak için çeşitli örnekler vermiştir. Bunlardan biri at örneğidir. Deneyimimizin konusu olan tekil atlar sürekli bir değişim halindeyken, atın kendisi yani İdeası değişmezdir. Tekil atların her biri birbirinden farklıyken; at’ın anlamı sürekli olarak aynı kalır. Tek tek atların hepsi ortadan kalsa bile, at kavramı varlığını dürdürecektir. Bu durumda esas gerçekliğe sahip olanın İdealar olduğu açıktır. Eğer duyu deneyi aracılığıyla şeylerin gerçekliğine ait bir fikir elde edilebiliyorsa, bunun temelinde işte bu gerçek nesnelerin varlığı yatmaktadır. Duyusanabilir şeylerin dünyasına ait olmayan İdealar zaman ve mekân bağlamında bilinmezler; bunlar, düşünmenin nesneleridirler.
“Düşünmekte olduğumuz her zaman, hakkında düşünmekte olduğumuz şeyler formlardır.”25
“Platon, (serap görmekten, hayal etmekten ya da algılamaktan farklı olarak) düşünmekte olduğumuz her zaman, hakkında düşünmekte olduğumuz şeyin betimlenen anlamda bir form olduğuna inanıyordu.”26
Tek tek nesneler ile ilgili olarak bu düşüncelere sahip olan Platon, doğruluk, adalet, güzellik gibi şeylerin de, şu an içinde bulunduğumuz empirik dünyadan önce de var olmaları gerektiğini düşünür. Bu kavramlar, örneğin adil, eylemlerden ya da güzel olan kişilerden daha önce ve onların varlığından bağımsız olarak vardır. Kendinde güzel olanın, güzel kavramının ne olduğunun soruşturulması tek tek güzel olan insanların ya da şeylerin düşünülmesi değildir. Aynı şeyin iyi kavramı için de söylenmesi mümkündür. İyi kavramı bir bilgi objesi olarak düşünüldüğünde, tek tek bireylerin iyi olması hakkında değil de değişmez olan, kendinde iyi olan düşünülmektedir. Bu, sadece iyi ve güzel kavramları için değil, bilgimizin konusu olan her kavram için geçerlidir.
“Bu, iyi için olduğu kadar, bir bilgi objesi olması gereken her şey için doğrudur.”27
Platon’a göre bilgini mümkün olabilmesi için, kalıcı, sürekli, değişmez, duyu algısının dünyasından ayrı bir başka dünyanın; düşünülür dünyanın varlığı, zorunludur.28 Duyuların aksine, düşünme tek tek şeyler üzerinde değil, bu tek tek şeylerin her birinde ortak olan, genel olan üzerine yoğunlaşır. Esas ve sürekliliği olan şeyler bireysel olanlar değil, aynı türden şeylerin ortak olarak sahip olduklarıdır.
“Aristoteles’ten bu yana kavram olarak adlandırdığımız bu müşterek niteliğe Platon idea adını verir.”29
“Mümkün olan her şeyin ideası vardır. Sadece şeylerin değil, fakat niteliklerin ilişkilerin ve etkinliklerin de; sadece doğal şeylerin değil, fakat sanat eserlerinin de; sadece değerli şeylerin değil, kötü ve değersiz şeylerin de.”30
Duyumsanabilir şeylerin dünyası, İdeaları herhangi bir şekilde etkileyemez, onları değiştiremez. Bu durumda onlar kendilerine ait ayrı bir dünyada var olmalıdırlar. İdealar, bizim duyu deneyi yoluyla değil, fakat düşünce ve kavrayış yoluyla bildiğimiz kendi dünyalarında var olurlar. Gerçekten anladığımız zaman yapmakta olduğumuz şey bir form ya da ideayı kavramaktır. İdealar ezeli, ebedi, değişmez bir dünyada yer alırlar. Bu dünya ancak düşünce ile kavranabilecek bir dünyadır. Ruh bu İdeaları bir bedende dünyaya gelmeden önce görmüş ve bilgilerine sahip olmuştur. Dolayısıyla her türden bilgi ruhun önceden görmüş olduğu İdeaları hatırlamasından kaynaklanmaktadır.
Duyulanabilir dünyada yer alan her şey, İdealar dünyasının çok belirgin olmayan, gölgeli suretlerinden ibarettir.31
“Kavramla doğru kanı birbirinden farklı iki şey ise, o halde formların mutlak bir varlığı vardır, onlar duyularımızla algılayamadığımız, ancak zihnimizle düşünebileceğimiz şekillerdir(...) Şimdi kökence ayrı ve doğaca benzemez olduklarından bunların iki farklı şey olduğunu olumlamak zorundayız: Çünkü birincisi, yani kavram bize öğretimle, öteki, yani kanı ise ikna ile meydana gelir; birincisi kendisinin hakiki bir açıklamasını daima verebilir, öteki hiçbir açıklama veremez; birincisi ikna ile sarsılmaz, oysaki öteki iknaya yenik düşer; kabul etmek zorundayız ki, doğru kanı tüm insanlarca paylaşılır, ama kavram yalnızca tanrılara ve pek az insana nasip olan bir şeydir.”32
Platon’un idealarla ilgili görüşlerini ele aldığı diyaloglarından birisi Devlet’tir. Devlet’te, gerçekliğin iki yönünü dile getirir. Bunlar duyuların, şeylerin dünyası ve akılsal olanın, İdeaların dünyası olarak isimlendirilir. Platon bu iki dünyayı bir çizgi ile birbirlerinden ayrılmış olarak tasvir eder. Çizginin iki yanında kalan bu dünyalar da kendi aralarında iki bölüme ayrılmışlardır. Her bir dünya için iki bilgi seviyesinden bahsedilir. Bunlar doxa ve episteme’dir.
“Şimdi iki ayrı uzunlukta, ortasından kesilmiş bir çizgi düşün. Bu iki parçadan biri görülen dünya, öteki de kavranan dünya olsun. Parçalardan her irini aynı orantıyla yeniden ikiye böl. Nesnelerin aydınlık ve karanlık derecelerine göre görülen dünyada bir parça elde edeceksin: Yansılar parçası. Yansı dediğim şey, önce gölgeler, sonra suda, ya da parlak yüzeylerde görülen şekiller ve onlara benzer bütün daha başka görüntülerdir, anlıyor musun?
Evet, anlıyorum.
Şimdi bir tarafına yansı dediğim çizginin öbür yarısını al. Orada canlı varlıklar, bitkiler ve insanın yaptığı bütün nesneler bulunsun.
Peki.
Şuna da bir diyeceğin var mı? Görünen dünya sahte ve gerçek diye ikiye ayrılır. Bir şeyin yansısı, kopyası ondan ne kadar ayrıysa, sanıyla bilgi de birbirinden o kadar ayrıdır, değil mi?
Evet.
Şimdi kavranan dünyanın çizgisini nasıl keseceğiz, onu düşün.
Nasıl?
Şöyle: Böldüğümüz çizginin ilk parçasında ruh, deminki parçaya asıllarını koyduğumuz nesneleri birer yansı olarak ele aldığı için, araştırmalarına varsayımlardan gitmek zorunda kalır; ilkeye değil, sonuca götüren bir yola girer. İkinci parçada ruh, yansılara başvur madan varsayımdan ilkeye gider; araştırmalarını yalnız kavramlarla yapar.”33
Daha sonra çizginin ikinci bölümünde yer alan kavramlar ele alınır.
“Şimdi kavramlar çizgisinin ikinci bölümüne gidelim. Burada aklın kendiliğinden dialektika gücüyle kavradığı şeyler vardır. Burada akıl, varsayımları birer ilke diye değil, sadece varsayım olarak, birer basamak, dayanak olarak alır. Bütün varsayımların üstündeki bütünün ilkesine yükselir. Bir ilkeye yükselince, ondan çıkan bütün sonuçlara dayanarak varacağı son yere varır. Bu arada görülen, duyulan hiçbir şeye başvurmaz. Kavramdan kavrama geçerek, sonunda gene bir kavrama varır.”34
Buradan hareketle her bir bölüme daha önce dile getirilen düşünüş biçimlerinden hangilerinin uygun düşeceği belirlenir.
“Şimdi bizim çizgi üzerinde yaptığımız dört bölüme, dört türlü düşünüş yolunu uygula. En yüksek bölüme ‘kavrayış’ diyelim, ikincisine ‘çıkarış’, üçüncüsüne ‘inanç’, dördüncüsüne de ‘sanı’. Sonra bunları aydınlık derecesine göre sıralayalım. Bunu yaparken de, bir şeyin gerçeğe ne kadar yakın olursa o kadar aydınlık olacağını unutmayalım.
Anlıyorum, dedi, koyduğun sırayı da uygun buluyorum.”35
Şeyler İdealardan pay alırlar (metheksein) ya da onlara katılırlar. Dünyanın gerçek ve kalıcı olarak kabul edilen yönleri de İdealardan pay alma durumuna bağlanır. Ancak, İdealar ile şeyler arasındaki bu pay almaya dayanan ilişki ne türden bir ilişkidir? Pay alma denildiğinde şeylerin İdealardan kendilerine ait olan dilimi almaları gibi bir durum akla gelmemelidir. Çünkü böyle bir paylaşma söz konusu olsaydı, tek tek her bir var olan ayrı bir İdeadan pay almak durumunda kalırdı, bu da sonsuz sayıda İdeanın varlığını gerektirmiş olurdu. Oysa buradaki durum, güneş ile güneşin ışığı sayesinde görünür olan nesneler arasındaki ilişki gibidir. Şeyler sahip oldukları gerçeklik derecesini idealardan alırlar. Şeyler idealardan pay alıp onlara katılırken; İdealar bundan hiç bir şekilde etkilenmez ve şeylerden ayrı var olmaya devam ederler.
Her bir İdea tekdir, ondan pay alan şeylerin sayısı ise belirsizdir. Bir İdeanın başlangıcı ve sonu yoktur; bundan dolayı sabit ve değişmezdir. Duyulanan şeyler ise geçicidir, çünkü sürekli olarak bir değişim içindedirler. Duyulanabilir nesneler ile İdeaların varoluşça birbirlerinden bu denli farklı olup, yine de birbiriyle bir ilişki içinde olması Platon yorumcuları için oldukça önemli bir zorluktur.36
Platon’a göre, insan her iki dünyanın üyesidir. İnsan, içinde yeraldığı bedeniyle fizik dünyaya aittir; cisimsel olmayan aklıyla da İdealar dünyasının bilgisine ulaşabilmeye yatkındır. Duyular aracılığıyla yalnızca fizik nesnelere ulaşılabilirken; akıl nesnesi İdea olan bilgiye elde edebilir. Bu da episteme’dir. Platon için bilim o halde, hakikate ilişkin bilgiyi içermelidir. Her bilimin nesnesi İdea olmak durumundadır. Öncesiz sonrasız ve değişmez İdealar dışında herhangi bir nesne mutlak bilime konu olamaz; İdealar dışında herhangi bir şey bilimsel bilginin nesnesi olma niteliğine sahip olamaz.37
Duyular aracılığıyla edinilen empirik bir bilim yararlı olabilir. Ancak bu bir bilgi değildir; sadece gerçek nesnelerin gölgelerine ait olmak durumundadır.
“Başka deyişle, böyle bir bilimin nesneleri hakikatten iki kere uzaktır, tıpkı mağaradaki gölgeleri doğuran ateşin, yeri geldiğinde gerçek dünyanın gerçek nesnelerini aydınlatan daha büyük güneşin yalnızca taklidi olması gibi.”38
İdealar, ezeli- ebedi ve koşulsuzca bir varoluşu olan, durağan ve anlaşılabilir varlıklardır. Aralarındaki bu ortak özellikleri açıklamak, her birinin kaynağı olduğu düşünülen İyi İdeası ile mümkündür.
“Tabana ne kadar yakınsak, bilgimiz de o kadar koşulludur. Yukarıya doğru ne kadar yükselirsek, kendimizi koşullardan o kadar kurtarırız, ta ki sonunda başka her şeyin kendisine bağımlı olduğu ve kendisi başka hiçbir şeye bağımlı olmayan tek bir noktaya varıncaya dek – Platon’un görüşü bu olmuş gibi görünür(...) Bütünüyle kendinde bilinebilir olan bu en yüksek şey, başka birşeyin bilgisine ulaşmamız sayesinde daha anlamlı kılınamazdı. Koşulsuz olduğu için, onun hakkında bilinecek olan her şeyi bilirdik; onun hakkındaki bilgimi, nihayi, değişmez, eksiksiz, tam olurdu. Bilgi piramidinin bu en yüksek noktasını Platon “İyi Formu” diye adlandırdı.” 39
Platon, ideaların, kendisi bilindiğinde başka herhangi bir şeyi kavranılır kıldıkları için, “daha yüksek” olduğunu düşünür. İdealar aracılığıyla kavranılan şey ise bu durumda “daha aşağı”dadır. Bu durumda fizik nesneler daha aşağıda olmak durumundadır. Böylelikle İdealar, soyut ve genel olmaları nedeniyle, tikel nesneleri anlaşılır kılmakla “daha yüksek”tirler.40
“Bilim ve gerçek ne kadar güzel olurlarsa olsunlar, şuna inan ki, iyi ideası onlardan ayrı, onların çok üstündedir. Görünen dünyada ışığın ve gözün güneşle yakınlığı olduğunu düşünmek doğru, ama onları güneş saymak yanlış olduğu gibi, kavranan dünyada da bilim ve gerçeği yakın saymak doğru, ama onları iyinin ta kendisi saymak yanlıştır. İyinin yeri elbette ikisinin de üstünde, çok yükseklerdedir.” 41
Platon bu zor anlaşılır kavramı açıklarken, onu bir benzetme yoluyla anlatmaya çalışmıştır:
“(...) iyinin doğurduğunu söylediğim varlık güneştir. İyi, onu kendine eş olarak yaratmıştır. Görünen dünyada, göz ve görünen nesneler için güneş neyse, kavranan dünyada da iyi, düşünce ve düşünülen şeyler için odur.
(...) ruh için de şöyle düşün: Ruh, bakışlarını gerçeğin ve varlığın aydınlattığı bir nesneye çevirdiği zaman onu kavrar, bilir ve tam bir anlayışa varır. Ama, karanlıkla karışık doğan ve ölen geçici şeylere çevrildi mi, yarım yamalak, bulanık görür onları.
(...) işte nesnelere gerçekliğini, kafaya da bilen gücünü veren iyi ideasıdır. Bilinen şeyler için de öyledir. Bilinme özelliğini iyiden alırlar.”42
Platon İyi İdeası’nı, her şeyi aydınlatan bir güneşe benzetir. Burada Platon için üç nokta önemlidir: Öncelikle güneşin fizik nesneleri görünür kılması gibi, İyi İdeası da insan bilgisi için bir aydınlatıcı durumundadır. İyi İdeası, aynı güneş gibi bütün diğer İdeaları anlamlı kılar. İkinci olarak, nasıl ki güneş canlıları besliyorsa, Bilgi söz konusu olduğunda, İyi İdeası benzer bir güce sahiptir. Burada, insanın gözleri ile güneş arasında bir benzerlik kurulmuştur. Aynı şekilde İyi İdeası ile akıl arasında da bir benzerlik kurulmuştur. Böylelikle İyi İdeası bizim için anlam kazanır. 43
Platon her ne kadar bilgideki önceliği idealara vermiş olsa da, fizik nesneleri bütünüyle dışarıda bırakmaz. Bu nesneler, örneğin bir at İdeasını düşünürken kullanılan yardımcılardır. Bu durum bir matematikçinin üçgen hakkında düşünürken çizili bir üçgeni kullanmasına benzetilebilir. Bu yolla Platon bilim ile ilgilenen bir kişinin algıyı kullanabilmesinin önünü açar. Ancak bu şekilde bilgisine ulaşılan nesneler, algıladığı nesneler değildir. Başka bir deyişle, fizik nesneleri bütünüyle göz ardı etmek söz konusu değildir, ancak gerçek olanın bilgisine bu yolla ulaşılamaz.
Platon, bilgisine akıl aracılığıyla ulaştığımız bir dünyanın ancak gerçek olabileceğini, duyu tecrübemize konu olan dünyanın ise yanılsamaların dünyası olduğunu öne sürmüştü. Aristoteles, fizik dünyadan ayrı böyle bir dünyayı kabul etmez. Ona göre gerçek dünya, duyu tecrübemize konu olan dünyadır.
Uygulamalar
Platon’un idea anlayışını değerlendiriniz.
Platon’un mağara örneğini varlık ve bilgi felsefesi açısından tartışınız.
Platon’un bölünmüş çizgi örneğini varlık ve bilgi felsefesi açısından tartışınız.
Uygulama Soruları
Platon’un idea anlayışı nedir?
Platon’un mağara örneğini varlık felsefesi açısından taşıdığı önemi açıklayınız.
Platon’un bölünmüş çizgi örneğinin bilgi felsefesindeki yeri nedir?
Bölüm Özeti
Bu bölümde, idea kavramı Platon felsefesinde karşımıza çıkan şekliyle ele alınmıştır. Platon felsefesinde herşeyin asıl, değişmez ve zamana bağlı olmayan olarak karşımıza çıkan “idea” kavramı bilginin de temelini oluşturduğu gibi varlığın, ahlakın ve güzel olanın da temelini oluşturmaktadır.
Kaynakça
EK KAYNAKLAR
ÜNİTE SORULARI
1. Platon’un idealar anlayışı göz önünde bulundurulduğunda metheksein ne anlama gelir?
Tümevarım
Pay almak
Tümdengelim
Doxa
Episteme
No comments:
Post a Comment