Oct 1, 2017

FG-13

13. 20 VE 21 YÜZYILLARDA ELEŞTİRİ VE DİL FELSEFESİ
Giriş
Felsefe sorularının sürekli sorulması, kesin cevaplarının olmaması hem onu bilim ve dinden ayırmakta hem de felsefenin sürekliliğini sağlamaktadır. Bu bölümde eleştiri kavramı ve bunun felsefe açısından önemi tarihselliği içinde değerlendirilecektir. Felsefe tarihi boyunca eleştiri, felsefe için her zaman iyi bir yöntem hatta iyi bir yol açıcı olmuştur. Eleştiri sayesinde sürekli yeni sistemler ve teoriler gelişmiştir.
13.1. 20 ve 21 Yüzyıllarda Eleştiri ve Dil Felsefesi
Felsefeni ne olduğuna ilişkin soruşturmalar, düşünce tarihinin en çetin konularından bir tanesidir. Felsefenin işlevini ve bilim, din, sanat gibi etkinliklerle ilişkisini belirlemeye çalışmak felsefeyle uğraşan kişilerin en önemli sorunlarından birisi olmuştur. Özellikle 18. yy'dan itibaren dünya olayları hakkında bilgi verdiğini ve açıklamalarda bulunduğunu ileri süren geleneksel felsefe veya metafizik bu görevini belirli bir gelişme içinde bulunan doğa bilimlerine devretmek zorunda kalmıştır.
Diğer yandan doğa bilimlerinin araştırma konusu dışında kalan dünyanın aslına ilişkin nihai hakikatin deney bilgisinin ötesinde yer aldığı düşünülen transendent bir dünya hakkında ‘bilgi vermek’ ayrıcalığı da Locke ve Hume tarafından yürütülen bilgi ve anlama eleştirisi çerçevesince felsefenin elinden kayıp gitmeye başlamıştır. Felsefe; hem kızları tarafından (doğa bilimleri) aşağılanmış Kral Lear olarak şatosundan sürülmüş, hem de yıllardan beri en büyük gücü ve temeli olarak görünen metafizik yapma imkânları elinden alınarak sokağa bırakılmıştır. Bu noktada felsefenin yardımına, felsefe yapmanın temeline bilgi öğretisini yerleştiren Kant'ın eleştirel felsefesi yetişmiştir.
Eleştirel felsefe, insanın anlama gücünün imkânları ile sınırlarını kendisine araştırma konusu olarak belirlemiştir. Bu düzlemde felsefe artık ne doğrudan doğa olaylarını kendisine konu edinecektir ne de anlama gücünün ve bilginin sınırlarını aşan konular hakkında akılcı ve kurgusal görüşler ileri sürebilecektir. Sadece bilginin oluşumunu ve imkânlarını, deneyi şekillendiren kavram ile yargıların nasıl meydana getirildiklerini araştıracak, böylece de bilgi ile inanma arasındaki sınırları belirleyecektir. Bu yeni felsefe tarzı bilgi öğretisi temelinde yerini ve konusunu hem doğa bilimleri hem de diğer düşünce alanları üzerinde eleştirici, değerlen-dirici ve ölçüt koyucu bir etkinlik olarak sınırlandıracaktır. Ancak Kantçı paradigma deneyin ötesine taşan her türlü akılcı ve bilgi verme iddiasındaki kurgusal metafizikleri kapı dışarı ederken, ahlak, değerler ve hayatı yönlendirmenin temel kuralları gibi praksis ile inanma konularında felsefenin kapısını ardına kadar açacaktır.
19. yy sonlarında doğa bilimlerinde ve mantıkta ortaya çıkan bunalımlar, akla karşı duyulan güvenin sarsılması, bilgi öğretisinde baş gösteren psikoloji kökenli yapısal sorunlar eleştirel felsefeyi işlevsiz kılmıştır. Kısaca Batı dünyasında düşünce ve yaşama tarzında kendini gösteren bunalım her türlü akılsal, kurgusal düşünceye tepki duyulmasına neden olmuştur. Vita theorika'dan yorgun düşün akıl Vita aktiva'ya yönelmiştir. Bu noktada yeniden canlanan metafizik kurgular ideolojiler, yaşama felsefeleri ve akıldışı öğretiler biçimine dönüşerek Kant'ın yaşama felsefeleri ve akıldışı öğretiler biçime dönüşerek Kant'ın açık bıraktığı kapıdan içeri girmişler ve felsefeyi bir panayır yerine çevirmişlerdir.
20.yy başlarında felsefe hem her şey hem de hiçbir şey anlamına geliyordu. Yüzyıl başındaki toz duman içerisinde felsefe çevrelerinin en temel sorunu felsefeyi yeni baştan tanımlamaya çalışmak olmuştur. Felsefi düşünce, felsefenin kendisini sorun olarak görmeye başlamıştır. Bu yöneliş içerisindeki Bertrand Russell'ın "Felsefenin Özü Olarak Mantık" (1914) ve Edmund Husserl'in "Sağlam Bir Bilim Olarak Felsefe" (1910) adlarını taşıyan çalışmaları felsefeyi yeni baştan tanımlamaya ve konumunu belirlemeye çalışmışlardır. Özellikle mantık bilimindeki yeni çalışmalarının etkisiyle felsefe yaşama tabanını mantık üzerine inşa ediyor ve konusunu da önermeler ile kavramların doğasını araştırmak biçiminde belirliyordu. Böylece yeni felsefe anlayışı hem Hume ile Kant çizgisinde olduğu gibi kurgusal metafizikleri dışlıyor hem de bilgi öğretisini felsefe yapmanın merkezinden çıkararak onun yerine mantığı yerleştiriyordu. Ayrıca bu yeni felsefe anlayışı ahlaki değerler, hayatın anlamı gibi her zaman felsefenin önemli alanları olarak kabul edilmiş praksis ve yaşama bilgeliğine ilişkin konuları felsefi düşüncenin dışına itiyordu.
Yukarıda kısa hatlarıyla çizmeye çalıştığımız tarihsel bağlam çerçevesinden hareketle Wittgenstein’in Tractatus dönemi felsefe anlayışını felsefe nedir? Felsefenin amacı ve işlevi nedir? soruları açısında incelemek istiyoruz. Bu çalışmada Wittgenstein'ın ilk dönem felsefe kavrayışını
a) ‘Mantıksal araştırma’
b) ‘Dil eleştirisi’
c) ‘Susma’ bakımından ele almayı ve değerlendirmeyi amaçlıyoruz.
Wittgenstein'ın mantıkla olan ilişkisi iki açıdan değerlendirme konusu yapılabilir. Bunlardan birincisi, Frege ile Russell'ın araştırmaları etkisinde mantık bilimine yaptığı teknik katkılar açısından, ikinci olarak da, mantığı felsefe yapmanın olmazsa olmaz koşulu ve organonu görmesi açısından değerlendirilebilir. Bu çalışmada Wittgenstein'ın ne mantıkla ilgili teknik çalışmalarına ne de mantık felsefesi açısından ortaya koyduğu başarılara doğrudan değinilecektir. Burada daha çok mantık, felsefe yapmanın bir yöntemi ve temeli olarak değerlendirme konusu yapılacaktır. Bu bağlamda Wittgenstein mantığı, iki temel noktada felsefe yapmanın özsel koşulu olarak değerlendirir:
Ontoloji yapmanın temel koşulu olarak ve
Dil eleştrisini gerçekleştirmenin esas aracı olarak mantık.
Wittgenstein, mantığı bir yandan dünyanın, öte yandan dilin yapısının nasıl olduklarını belirlemek amacıyla bir ön araştırma ve hazırlık olarak görür. "Mantık her mümkün durumla [düşünülebilir olan her şeyle] ilgilidir, mümkün olan her şey mantığın olgularıdır" (TLP. 2. 0121).
Wittgenstein'a göre biçimsel ve teknik açıdan bakıldığında mantık, deneysel içeriği olmayan, dünya olguları hakkında hiçbir şeyi dile getirmeyen önermeler ve kurallardan oluşmuştur. " Mantığın önermeleri [olgulara ilişkin] hiçbir şey söylemezler " (TLP. 5.43). Bu bakımdan mantığın önermelerini içerikli olarak gösteren öğretiler her zaman yanlıştır. Ancak mantık, ontoloji yapmanın temel koşulu olarak dünyanın nasıl olduğunu kendi yapısında gösterir. "Mantık araştırması bütün şeylerin doğasını açığa çıkarır" ( PI. 89). Wittgenstein açısından mantık, her türlü1 mümkün dünya tasavvurunun imkânlarını araştırır. "Benim çalışmam mantığın temellerinden dünyanın doğasına doğru uzanır" (NB. 5. 79).
Bu açıdan bakıldığında mantık, ontoloji yapmanın temel koşuludur ve her türlü mümkün ontolojinin temelinde yer alır. Wittgenstein açısından mantığın temellerinden hareketle inşa edilen mantıksal ontoloji ne dünyanın aktüel durumunun bir açıklamasın ne de dünyadaki olguların bir tasvirini sunar. Dünyanın aktüel durumunu açıklayan modelleri meydana getirmek bilim kuramlarının, olguların tasvirini vermek de deneysel içerikli önermelerin görevidir. Wittgenstein açısından mantığın temellerinden hareketle inşa edilen ontoloji dünyanın ne olduğunu değil, yapısının nasıl olduğunu ortaya koyar. "Mantık her deneyden öncedir - bir şeyin öyle olmasından. O [mantık] "Nasıl?" sorundan öncedir, "Ne?" sorusundan önce değil " (TLP. 5. 552). Mantık fizik dünyanın ne olduğun ve dünyadaki olguların özelliklerinin tasvirini ortaya koymaz. " Bu sebeple mantıkta şunu söyleyemeyiz:1 Dünyada şunlar var, şunlar yok." ( TLP. 5. 61). Mantık nesnelerin ve olguların varoluşlarına ve niteliklerine ilişkin bir tasviri dile getirmez. Mantık, dünyanın mantığını (Die Logik der Welt) ve yapısını ortaya koyar (TLP. 6. 124, 6. 13). Bu noktada Wittgenstein'ın temel kabulünü şu şekilde özetleyebiliriz: Dünyanın yapısı ile mantığın yapısı ortaktır. Mantığın yapısından hareketle dünyanın yapısının nasıl olduğunu ortaya koyabiliriz. " Mantık bir öğreti değil, dünyanın bir aynadaki zahiridir" (TLP. 6. 13). "Mantık bir düzeni ortaya koyar, gerçekte dünyanın düzenini, yani mümkün olan şeylerin düzenini ki bu düzen hem dünyayla hem de düşünceyle ortaktır" (PI. 97). Bu sebeple Wittgenstein'a göre, mantığın yapısının ve temellerinin araştırılması dünyanın yapısı ile temellerinin de araştırılması anlamına gelir.
Dünyanın yapısını ve imkânlarını anlamaya yönelik her türlü ontoloji, mantığın yapısı ile temellerinden hareketle ortaya konulabilecektir. Mantığı ontolojinin, daha doğrusu dünyanın yapısını anlamaya yönelik çabanın temeline yerleştiren Wittgenstein, bu bağlamda felsefenin temelinin mantık olduğunu düşünür. "Felsefe mantık ile metafizikten oluşmuştur, birincisi [mantık] onun [felsefenin] temelidir" (NB. S. 93). Wittgenstein felsefenin temeli olarak mantığı, bir ontoloji veya mantıksal bir ontoloji olarak yorumlar. Bu mantıksal ontoloji ne klasik metafiziklerin yaptığı gibi dünyanın özünün, aslının ne olduğunu dile getirmeye çalışır ne de bilimlerin yerine getirdiği aktüel durumların bir açıklamasın ve tasvirini sunabilir. Felsefenin temeli olan bu mantıksal ontoloji, dünyanın yalın nesnelerden ve nesnelerin meydana getirdiği karmaşık (komplex) durumlardan oluştuğunu; her bir nesne düzenlenişinin (die Konfıguration) bağımsız olduğunu, yani herhangi birinin varoluşundan bir başkasının varoluşunun çıkarılamayacağını ve olgular arasında nedensel bir ilişkinin bulunmadığını ileri sürer. Bu ontolojiye göre, olgular dünyasında hiçbir değer bulunmaz ve olguların hiçbiri bir diğerinden yüce değildir (TLP. 6. 41). Değer alanı olgular dünyasının dışındadır. Olgular dünyasında her şey nasılsa öyledir. Hiçbir iyi, güzel, önemli olgu yoktur. Kısaca belirtilecek olursa "Mantığın önermeleri dünyanın yapı-iskelesini tasvir ederler, ya da daha doğrusu onu serimlerler. Adların yönletim [bir nesneye karşılık gelme] sahibi olduklarını varsayarlar. Bu da onların dünya ile bağlantısıdır" (TLP. 6. 124).
Uygulamalar
Eleştirinin ne olduğunu irdeleyiniz.
Felsefe ve eleştiri ilişkisini açıklayınız.
Eleştiri ile kuşku ayrımı nedir?
Uygulama Soruları
Eleştirinin ne olduğunu irdeleyiniz.
Felsefe ve eleştiri ilişkisini açıklayınız.
Eleştiri ile kuşku ayrımı nedir?
Bölüm Özeti
Bu bölümde, Wittgenstein’ın dil-olgu ve mantık üçlemesine dair görüşlerini, felsefesi bağlamında ele aldık. Wittgenstein önemli bir dil felsefecisidir aynı zamanda, dilin sınırları dünyanın da sınırlarıdır.

No comments:

Post a Comment