Oct 1, 2017

FG-8

8. BİLGİ KURAMI: LOCKE
Giriş
Bu bölümde, Locke’un bilgi kuramı çerçevesi içinde İde kavramı ele alınmaktadır. Locke’un bilgi üzerine görüşleri ile deneyciliğin başlatıcısı olduğu görülmektedir. Ona göre doğuştan bilgiye sahip değiliz, zihin doğuştan boş levha gibidir ve deneyim ve tecrübe kazandıkça bilgimiz artmaktadır. Demek ki deneyimden kaynaklanmayan hiçbir bilgimiz yoktur.
Descartes gibi birincil ve ikincil nitelik ayrımı yapan Locke için de, birincil nitelikler nesneye aitken, ikincil nitelikler nesneye ait değildir. İkincil niteliklerin kaynağı duyumsama ve algılamadır.
8.1. Locke’un Bilgi Kuramı
Empirizm olarak da adlandırılan Deneyimciliğe dayalı felsefe anlayışının en tanınmış düşünürü J. Locke’tur. Bu felsefenin merkezindeki kaygı, Descartes'ta olduğu gibi, yalnızca bütün bilgimizi kendisi üzerine inşa edebileceğimiz bir temel bulmak değil, fakat bundan başka bilginin sınırlarını ve ediniliş biçimini ve dolayısıyla da insan aklının yapısı ve işleyişini ortaya koyma uğraşıdır. Bu uğraş doğrultusunda Locke, tüm insanların üzerinde uzlaşıma vardıkları söylenen ve dolayısıyla doğuştan sahip olduğu düşünülen bir ide kavramına karşı çıkar.
Locke’un bilgi kuramı, her ne kadar tamamen karşıt bir anlayış olarak değerlendiriliyor olsa da, Descartes’ın bilgi kuramıyla ortaklıklar taşımaktadır. Descartes, felsefesini temellendirirken iki nokta üzerinde durur. Öncelikle apaçık olan doğruların tecrübeden değil, deneyimden geldiğini savunur.
 “Doğal olarak Locke, usçuluğu ve özellikle doğuştan bilgiler öğretisini yadsır, ancak Descartes’ın algı ve anlık kuramını hemen hemen olduğu gibi benimser. Algı konusunda karşılaştığı en büyük sorun Descartesçı bir algı kuramının usçuluk dışında, kuşkuculuğa karşı nasıl savunulabileceğidir. Locke bunu kuşkucu uslamlamayı sınırlayarak yapar. (...) ortaya koymaya çalıştığı, Descartes’tan 18. yy’a sarkan dış dünya özdekciliğinin deneycilikle çeliştiğidir.”63
 Locke’un, Descartes’ın ide anlayışına ilişkin getirmiş olduğu eleştiriler, kendisinin ide kavramına ilişkin yaklaşımını şekillendirir ve doğuştan ideler öğretisinin reddi felsefesinde geniş yer tutar.
Empirisist felsefenin en önemli temsilcilerinden biri olan Locke, her tür bilginin kaynağının deneysel tecrübe olduğu görüşündedir. Felsefesinin merkezinde bulunan ide kavramını da empirisist anlayışı ile uyumlu olacak şekilde, düşünülen ya da algılanan her türden zihin içeriği anlamında kullanır.
“Zihnin kendisinde algıladığı ya da algının, düşüncenin ya da anlığın dolaysız nesnesi olan her şeye ide diyorum; zihnimizde herhangi bir ide üretme gücünü de, gücün bulunduğu nesnenin niteliği diyorum.”64
İde, düşünme faaliyeti sırasında, zihnin konusu veya nesnesi olan her şeydir. Bu bağlamda yalnızca duyulara konu olan şeyler değil, her türden duygu durumu vs. de ide olarak anılır. Diğer bir deyiş ile Locke, zihinde mevcut olan her şeyi, “ide” kavramı altında toplamıştır.65
Locke’a göre ideler, doğuştan gelmezler. “bellekte doğuştan ideler yoktur.”66 Ruh doğduğunda üzerinde hiçbir şey yazılı olmayan, bütünüyle boş bir levha gibidir (tamquam tabula rasa). Doğuştan getirmiş olduğu hiç bir şey yoktur. Bilginin tüm malzemesi tecrübe ile birlikte gelir. Bilginin temelinde bulunan idelerin kaynağı tecrübedir.
“Tecrübe aracılığı ile edinilen idelerin, iki anlamı vardır: bunlardan ilki, duyular aracılığıyla edinilen dışsal algı ya da duyu; diğeri ise fizik durumların içsel algısına işaret eden refleksiyondur.”67
Locke, fizik alanı aşan, görünüşün ardındakine ilişkin metafizik bir bilginin mümkün olmadığını düşünür. Ona göre böyle bir bilgi gerekli de değildir.
“Locke’un programının sadece felsefeye, felsefi düşünceye ampirik bilgiye özgü yöntem ve ölçütleri uygulamakla kalmayıp, deneyime dayalı bilginin insan varlıkları için mümkün olan yegane bilgi türü olduğunu göstermekten oluştuğu söylenebilir.”68
 İnsan bilgisi fenomenlerle sınırlıdır. İnsanın fenomenleri bilmesinde, sahip olduğu sınırlı yeti akıldır. Locke için akıl, doğuştan pratik ya da teorik ilkelere sahip değildir:
“Bu akıl, evrenin akılsallığına katılan, değerleri keşfeden, değer yaratan, amaçları tartışan, en azından birtakım pratik ilkelerle teçhiz olunmuş bir akıl olamaz.”69
O, yalnızca insana Tanrı tarafından verilen bilme yetisidir.
İnsan için doğuştan idelerin olmamasının birtakım sonuçları ortaya çıkar. Sözgelimi doğuştan oldukları için ilahi bir kökene sahip oldukları düşünülen ideler, bu durumda, felsefi sorgulama için zorunlu görülen bir incelemeye tabi tutulmaksızın kabul göremezler. Benzer şekilde Locke, doğuştan idelerin, kutsal yönlerinden ötürü metafizik için aksiyomatik bir özellik taşıdığını savunan Skolastiklerin görüşlerinin de eleştirilmesi gerektiğini düşünür. Locke’un, deneyimin bir kenara bırakılıp yalnızca doğuştan idelerle açıklanabileceği düşünülen metafizik sistemlerin karşısında olduğu söylenebilir.70 Bu bakımdan Locke’a göre, doğuştan olduğu düşünülen ideler ya da ilkeler, spekülatif ve pratik olmak üzere ikiye ayrılır.
“İnsan ruhlarının ilk varlıklarında edindikleri ve kendi doğalarına bağlı bir yeti için olduğu gibi zorunlu ve gerçek olarak kendileriyle birlikte dünyaya getirdikleri değişmez izlenimlerin bulunması gerektiği düşünülür.”71
Bilgi kuramında rol oynayan spekülatif ilkeler, mantığın temel aksiyomları olarak kabul edilen, bir şey ne ise odur, bir şeyin aynı anda hem varolması hem de olmaması mümkün olamaz, türünden önermelerdir. Pratik ilkeler ise, insanların adil davranmaları gibi, ahlaki türden ilkelerdir. Locke bu ilkelerin hiç birinin doğuştan olamayacağını savunur. Locke, bu ilkelerin doğuştan geldiğini savunanların argümanlarını eleştirerek, onların haksızlıklarını ortaya koymaya çalışır.
“Ahlak kuralları bir kanıt gerektirir, demek ki doğuştan değiller. Beni doğuştan kılgısal ilkelerden şüpheye düşüren sebeplerden bir başkası da, bir kimsenin haklı olarak sebebini sormayacağı bir ahlak kuralının önerilemeyeceğini düşünmemdir; oysa bu ilkeler, her doğuştan ilkenin olması gerektiği gibi, doğruluğunu belirtecek bir kanıt ya da kabul edilmek için bir sebep gerektirmeyecek biçimde apaçık olsalardı, böyle bir sebep sorma gülünç ve saçma olurdu.”72
Örneğin, spekülatif ilkelerin doğuştan olduğunu gösterdiği düşünülen ilk argüman olan, evrensel ittifak kanıtı üzerinde durur. Bu kanıta göre bir ilke üzerinde herkes tarafından varılan bir uzlaşma söz konusu ise, bu ilke doğuştan olmak durumundadır. Locke’a göre bu kanıt için iki yönlü bir itiraz dile getirilebilir. Öncelikle, bir şeyin herkes tarafından doğru kabul edilmesi, onun gerçekten de doğru olduğunu mantıksal olarak kanıtlayamaz. İlkece herkesin yanılıyor olması mümkündür. Herkesin bir şeye inanıyor oluşu, o şeyin bilindiğini göstermek için yeterli değildir. Eğer doğru olarak bilindiği kabul edilemiyorsa, bu bilginin doğuştan geldiğini söylemek imkânsızdır. Locke,
“Bir şeyin herkes tarafından tasdik edilmesi veya bilinmesi durumunda bile, buradan söz konusu evrensel bilginin doğuştan olduğu sonucunun mantıksal olarak hiçbir şekilde çıkmayacağını söyler. En sonunda da, doğuştancıların argümanının kendisine dayandığı öncülün, herkes tarafından tasdik edilen ilkeler bulunduğu öncülünün yanlış olduğunu öne sürer.”73
Locke, bir kimsenin sahip olduğu inanç ya da düşüncenin bilinçli olmak durumunda olduğunu savunur. Bilinçsiz inanç, aynı zamanda çelişik olacaktır. Bu durumda bilinç söz konusu olmadan sahip olunan ide ya da ilkelerden, başka bir deyişle doğuştan sahip olunan idelerden bahsetmek mümkün değildir.
Locke’un karşı çıktığı bir başka görüş ise, bir takım idelere doğuştan sahip olunduğunu savunan anlayışa benzemekte, fakat bir yönüyle bu anlayıştan ayrılmaktadır. Bu anlayışa göre doğuştan gelen idelerin bilgisi ya da ilkelerin kendileri değil; fakat bu idelere, ilkelere sahip olmayı sağlayan ya da bunu kolaylaştıran bir yetenek ya da kapasitenin varolduğu anlayışıdır. Buna göre, bu idelere ulaştıran şey doğuştan gelen bir yetenek, eğilim ya da kapasitedir. Locke bu görüşe de öğrenme ile doğuştan olma arasındaki farktan hareketle itiraz eder. Ona göre bu anlayış öğrenme ile doğuştan olma arasındaki ayrımı ortadan kaldırmaktadır. Bu durumda insana ait tüm bilgiler doğuştan olmak durumundadır ki, böyle bir şeyi kabul etmek mümkün olamaz.74
Locke, bilgi kuramı çerçevesinde idelerin doğuştanlığı iddialarıan yönelik eleştirilerin yanı sıra, ahlaki ilkelerin doğuştan geldiğini savunan görüşü de eleştirir. İnsan zihninde doğuştan ahlaki ilkelerin bulunduğunu savunanlar, bu görüşlerini yine evrensel ittifak argümanıyla kanıtlama eğilimindedirler. Ancak Locke’a göre, ahlaki ilkeler üzerinde böyle bir ittifakın varolması ihtimali, teorik ilkelerden bile daha azdır.
Locke’a göre, ahlaki ilkelerin herkes tarafından onaylanmadığının, bu ilkelere bütün insanların bağlanmadığının ve tek bir ahlak kuralının bile herkes tarafından kabul edilmiş olmadığının son derece açık olduğu ortadadır. Locke, insanların özellikle ahlaka ilişkin ilkeler üzerinde, fikir birliği içinde olmak bir yana, sürekli bir tartışma yaşadıklarını düşünür.
 “Hiç bir ahlak kuralı yoktur ki, bir insana emredildiğinde, o kişi haklı olarak bir neden soramasın. Eğer ahlak kuralları doğuştan olsaydı ve doğuştan olan her prensip gibi kendiliğinden apaçık olup, gerçekliğin anlaşılması için bir kanıta ihtiyaç duymasaydı, bu sorunun sorulması gülünç ve anlamsız olurdu.”75

Ahlaki ilkelerin doğuştan olmaları durumunda, insanların her bir ilkeyi kabul etmeleri ve onlara bütünüyle bağlı kalmaları gerekirdi.
Locke idelerin doğuştan gelmediğini kanıtladıktan sonra, idelerin kaynağı ve ne’liği üzerinde durur. Locke’a göre ide, zihnin düşünme faaliyeti sırasında kullandığı malzeme, varlıkların işaretleri ya da temsilleridir. Bu durumda, zihin bir şey hakkında düşündüğünde ya da bir şeyi algıladığında; algılanan ya da düşünülen şey fizik nesne değil, fakat onun zihindeki temsili olan idedir. İdelerin varlıkları bir ispata ihtiyaç duymayacak kadar açıktır. İdeler her türden bilginin temel malzemesini ve kaynağını oluştururlar. Ancak duyular bize bilgi verse de, onların verdiği bilgi sınırlıdır. Ve dünya hakkındaki tüm düşüncelerimiz duyu yoluyla kazanmış olduğumuz kavramlarla sınırlanmış olduğu için, dünya üzerine olan spekülasyonlarımız da sınırlanmıştır.76
İnsan yaratmasının konusu olmayan ideler, farklı şekillerde bir araya gelerek, zihnin entellektüel malzemesini oluştururlar. Dış dünya ile ilgili her türden bilgiye ideler aracılığıyla ulaşıldığı tezi, Locke’un bilgi teorisi için temeldir.
 “İdeler düşüncenin nesneleridir. Herkes düşündüğünün ve düşündüğü sırada zihninin uğraştığı şeyin ideler olduğunun bilincinde olduğuna göre, insanların zihinlerinde ‘aklık’, ‘düşünme’, ‘devim’, ‘adam’, ‘fil’, ‘ordu’, ‘karanlık’ sözcükleriyle başka sözcüklerin anlattığı türden idelerin bulunduğu kuşkusuzdur.”77
Düşünme ise, idenin zihinsel bir deneyim anlamını taşıdığını gösterir.78 Bu durumda Locke felsefesi bağlamında idenin, ne türden olursa olsun, zihinsel içerik anlamına geldiği söylenebilir.
Zihinsel içerikler olarak bilgiye konu olan idelerin kaynağı deneyimdir. İdeler, dış dünyaya ait fizik nesnelerin duyular yoluyla bir şekilde algılanmasından sonra, zihnin gerçekleştirdiği faaliyetlerin idraki sonucunda edinilir.
“Duyularımız önce duyulur tikel nesnelere yönelirler ve bu nesnelerin, kendilerini etkilemesinin değişik yollarına göre, zihne onların birçok seçik algılarını iletirler. Böylece bizdeki sarı, ak, sıcak, soğuk, sert, acı, tatlı ideleriyle, duyulur nitelikler dediğimiz bütün öteki niteliklerin idelerini ediniriz...”79
 Locke, bu anlamıyla deneyimi duyum, dış duyum ve düşünüm; refleksiyon veya iç duyum olarak ikiye ayırır. Duyum, beş duyudan herhangi biri ya da birden fazlasının kullanımı yoluyla gerçekleşen algıdır. Dış dünyaya ait her türden nesne, idelere duyular aracılığıyla neden olurlar.
Locke’a göre duyular, duyulanabilir niteliklere sahip nesnelerden çeşitli biçimlerde aldıkları etkileri zihne aktarır. Bu şekilde, duyusal nesnelerin idelerine sahip olmak mümkün olur. Bu idelere zihin bir kez sahip olduktan sonra, onlar üzerinden iş görmeye, bu ideleri bilinçli olarak ele almaya başlar. Zihnin bu etkinliği, düşünüm ya da iç duyum olarak adlandırılır. “bütün idelerimiz bu iki kaynaktan birinden gelir.”80 Bu bakımdan düşünme, duyum olmaksızın gerçekleşemez. Duyulanabilir şeylerden hareketle, zihnin bir etkinliği sonucu ulaşılan düşünüm ideleri, duyum ile ulaşılması mümkün olmayacak yeni bir ide türü sağlarlar. Fizik nesnelerin, duyum idelerine neden olamamaları gibi, bu idelerin de düşünme idelerine neden olmaları mümkün değildir.
İdeler, basit ve bileşik olmak üzere iki türlüdür. Basit ideler bütünüyle doğrudan tek bir duyu ya da birden çok duyu ile edinilen ya da yalnızca refleksiyon sonucunda sahip olunan veya hem duyu hem de refleksiyonla elde edilen idelerdir. Bileşik ideler ise, zihnin bir etkinliği sonucu edinilen, basit idelerin ayrılması ya da birleştirilmesiyle oluşan idelerdir.81
Basit ideler, tüm diğer ideler gibi duyum ya da düşünme yoluyla kazanılırlar. Ancak onların en temel özelliği başka idelerden meydana gelmemeleridir; bu ideler başka idelere ayrıştırılamazlar82Bu ideler yalnızca zihin tarafından meydana getirilemez ya da yok edilemezler. Bu nedenle insan örneğin, daha önce tatmamış olduğu bir tadın idesine sahip olamaz. Locke’a göre, bu idelerle daha önce tanışılmaması durumunda, onlarla ilgili bir bilgiye sahip olmak da mümkün değildir. Bu nedenle basit ideler epistemolojik anlamda primitiftirler.83
Basit ideler bilginin temel malzemesini oluştururlar ve dört başlık altında incelenebilirler. “Bunlardan kimileri zihnimize ancak tek duyumla gelir.” 84(renkle, sesle, aydınlık, karanlıkla vs. ilgili ideler); “Zihne birden çok duyum yoluyla girenler de vardır.”85 (yer kaplama, şekil, hareket vs. ideleri); bunların dışında tek bir düşünme ya da iç duyumla kazanılan ideler de bulunur. “Algı idesini ve istek idesini düşünümden ediniriz. Zihnin, en sık incelenen ve isteyen herkesin kendinde bulabileceği kadar sık ortaya çıkan iki büyük ve önemli eylemi şunlardır: Algılama ya da Düşünme ve İstenç ya da İsteme.”86 (algı, düşünme, yani anlama yetisi ve isteme, yani irade yoluyla kazanılan ideler) Ve son olarak da hem duyum hem de düşünme yoluyla edinilen ideler vardır. “Duyum ve düşünümün bütün yollarıyla zihne ulaşan haz ya da hoşlanma, ya da acı ve sıkıntı, güç, varoluş, birlik gibi başka yalın ideler de vardır.”87
Bileşik idelere sahip olma, ancak basit idelerin edinilmiş olması ile mümkündür. Bileşik idelere, zihnin işleyişi sonucunda ve basit idelerin sağladığı malzeme aracılığıyla ulaşılır. Bu durumda basit idelerin elde edilmesi söz konusu olduğunda bütünüyle edilgin olan zihin, bileşik ideler söz konusu olduğunda etkin rol oynamaktadır. Bileşik ideler edinilirken ortaya çıkan bu etkin olma durumu, zihnin üç ayrı faaliyetiyle kendini gösterir. Bu faaliyetlerden biri, zihnin aynı türden ideleri birleştirmesi sonucunda bileşik idelere ulaşmasıdır.88Karşılaştırmada zihin, iki ideyi yan yana düşünür ve onları zaman, mekân, derece gibi farklı özellikleri göz önünde bulundurarak kıyaslar. Zihnin üçüncü işlevi ise soyutlamadır. Soyutlama, zihnin bir ideyi birlikte var olduğu ve gerçekte ayrılmalarının mümkün olmadığı diğer idelerden ayırarak ve başka varlıklara ait benzer ideleri de göz önünde bulundurarak genel bir ideye ulaşmasıdır.
Locke’un soyutlama ve soyut ideler hakkındaki görüşleri, Berkeley’nin yine bu kavramlar hakkındaki eleştirilerini anlamak açısından önem taşımaktadır. Locke soyutlamanın nasıl gerçekleştiğini neredeyse Berkeley’yi önceleyen bir biçimde açıklar.
“Sözcüklerin kullanımı bizim içsel idelerimizin dışa dönük imlerinin yerini tuttuğuna ve bu ideler de tikel şeylerden alındığına göre, eğer edindiğimiz her tikel idenin ayrı bir adı olsaydı, adların sonsuz sayıda olması gerekirdi. Bunu önlemek için zihin tikel nesnelerden aldığı tikel ideleri genel yapmaya girişir; bu işlem, tikel idelerin, bütün öteki varoluşlardan ve zaman, yer ya da birlikte ortaya çıkan başka ideler biçimindeki gerçek varoluş durumlarından ayrılmış olan, zihindeki görüntüler olarak ele alınmasıyla yapılır. Buna SOYUTLAMA denir.”89
Soyut ideleri ise cinslerin ve türlerin özleridir. Herhangi bir şeyin bir ada sahip oluşu da yine soyut idelerle ilişkilidir.
“Soyut ideler cinslerin ve türlerin özleridir. Demek genel sözcükler şeylerin bir türünü imlerler ve her biri bu imlemi zihindeki bir soyut idenin imi olarak kazanır; varolan şeylerin bu ideye uygun oldukları görüldükçe, bunların hepsi birden o ad, ya da aynı şey olan o tür, altında toplanır. Bundan, türlerin özlerinin soyut idelerden başka bir şey olmadığı görülür. Bir türün özünü taşımak, bir şeyi o türden yaptığına göre ve adın bağlandığı ideye uygun olarak da bu ada bu ideyi belirleme hakkı verdiğine göre, özü taşımakla bu uygunluğu taşımak aynı şeydir; çünkü bir türden olmakla bu türün adını taşımaya hakkı olmak aynı şeydir.”90
Zihinde belirlenen özler de yine bu soyut idelere işaret eder. Öz olarak kabul edilen şeyler bu soyut idelerdir.
“Gerçekten, genel adların tikel varlıklarla bir bağlantısı olduğu zaman, bu soyut ideler onları birleştiren aracılar gibidir; öyle ki, bizim ayırt edip belirlediğimiz biçimiyle türlerin özleri, zihinlerimizdeki bu kesin sınırlı soyut idelerden başka bir şey değildir ve olamaz.”91“Türlere ait olduğu düşünülen ve adına öz denilen şeyler, birer soyut ide olma özelliğini taşırlar. Bunlar aynı zamanda şeylere verilen adları ve dolayısıyla da şeylerin sınırlarını belirleyen özellikleridir.”92
Her türün özü soyut idedir. Bir tikel türün, kendisinden yapıldığı ve böylece başkasından ayırt edildiği her cinsin ya da türün ölçüsü ve sınırı, onun özü dediğimiz şeydir; ve öz de, adın, bu idenin içerdiği her şey bu tür için özsel olacak biçimde bağlandığı soyut ideden başka bir şey değildir.
Locke, insan bilgisinin sahip olunan idelerle sınırlı olduğunu dile getirir.
 “Bilgimiz İdelerimizi aşamaz.”93 “ Sahip olunan ter tür bilginin içeriği de ancak idelerle olan ilişkisi dâhilinde değerlendirilebilir. “Bilgi iki ide arasındaki uyuşmanın ya da uyuşmamanın algılanmasıdır. Böylece, benim görüşüme göre; bilgi, iki idemiz arasındaki bağlantı ve uyuşmanın ya da uyuşmama ve karşıtlığın algılanmasıdır.”94
Dolayısıyla maddeye ya da maddi töze ilişkin getirilecek açıklamalar da yine bu ideler ve idelerin sınırları ile birlikte düşünüldüğünde mümkün olacaktır:
 “Demek bilgimiz, idelerimizden daha dardır. (...) Bizde özdek ve düşünme ideleri vardır, fakat yalnızca özdeksel olan bir varlığın düşünebilip düşünemeyeceğini belki de hiç bilemeyeceğiz; çünkü açınımın yardımı olmadan, yalnızca kendi idelerimizin gözlemiyle, Tanrı'nın, uygun yapıdaki kimi özdek dizgelerine algılama ve düşünme gücü verip vermediğini ya da yine uygun yapıdaki bir maddeye düşünen bir özdek-dışı töz katıp katmadığını bilmek, bizim için olanaksızdır.”95
Uygulamalar
Deneyimciliğin kurucusu olarak görülen Locke’un felsefesini değerlendiriniz.
Locke’ta ide Descarteçı anlamından farklı olarak hangi anlamlara gelmektedir, tartışınız.
Locke’un birincil ve ikincil nitelik ayrımını onun bilgi kuramı bakımından irdeleyiniz.
Uygulama Soruları
Locke’un felsefesini genel hatlarıyla açıklayınız?
Locke’ta ide hangi anlamlara gelmektedir?
Locke’un soyutlama anlayışını filozofun bilgi kuramı açısından açıklayınız.
Bölüm Özeti
Bu bölümde, Locke’un bilgi kuramı çerçevesi içinde ide anlayışı ana hatlarıyla ele alınmştır. Onun, her nesnenin temeli olarak ideleri kabul ettiğini gördük. İlk ideler de duyularla elde edilmekte iken, daha sonra tecrübe sayesinde bunlar giderek artmakta ve zihin faaliyetleriyle birleştirilip ayrılabilmektedirler. Bu bakımdan ideler basit ve karmaşık olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Bileşik ideler basit idelerin birleşmesiyle elde edilir. Böylece bilgi sistemleri oluşturulmaya başlanır.

No comments:

Post a Comment