4. BİLGİ KURAMI: TEMEL PROBLEMLER
Giriş
Bilgi, bilginin doğası, doğru bilginin koşulları konuları ve bilginin sınırlarına ilişkin problemler, Ksenophanes’in görüşleri merkeze alınarak incelenecektir. Bu bağlamda bilginin nasıl oluştuğu, bunda duyuların ve aklın payı, bilgi türleri de tartışma konusu yapılacaktır.
4.1. Bilgi Kuramının Temel Problemleri
Felsefe tarihi boyunca, nerede bilginin kesin doğruluğundan ve kesinliğin ölçütlerinden (kriterion) söz edilecek olsa, orada kesin bilgilerden ve ölçütlerden şüphe etmek; güvenilirliklerini soruşturmak alışılmış bir tutum olmuştur. Bilgilerimizin kesinliği ve güvenilirliğinden şüphe eden ve geçerliliklerini araştıranlar; ya ölçütlerin bütünüyle geçersiz olduğunu ve kesin doğrulukta bilgiler bulunmadığını ya da ortaya konan ölçütlerin yetersiz olduklarını, bilgi olma koşulunu yerine getirmek için başka ölçütlerin bulunması ve aranması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Birinci anlayış her türlü bilgi olanağını inkar eden aşırı şüpheciliktir. İkinci tutum ise bilginin olanağını bütünüyle yadsımaz, sadece belirli alanlarda kesin bilgilere ulaşamayacağımızı ileri sürer. İkinci türden şüpheciliğin en belirgin yam her türlü dogmatizmi, her türlü sınırsız bilgi edinme tutumunu soruşturucu, araştırıcı ye bilgi-olma imkanlarını tesbit edici oluşudur. Zaten, şüpheciliğin Batı dillerindeki teknik karşılığı "skeptizm" köken olarak eski Yunancada "araştırıyorum, arıyorum" anlamlarını taşıyan "skeptomai" teriminden türetilmiştir.
Şüphe eden kişi bildiklerinin doğruluğunu soruşturan, bilginin güvenilirliğini araştıran (skeptos) kişidir. Felsefenin Ionia topraklarındaki gün sökümüne, alaca karanlıkta hakikati ve varlığı keşfe çıkan ilk filozoflar sınırsız bir bilgi isteği ve tutkusuyla yoğrulmuşlardı. Onların gözünde düşüncenin kavrayamayacağı, anlayamayacağı hakikatler yoktu. Özellikle Miletos kenti filozofları insan bilgisinin olanakları ve sınırlarını araştırmaksızın doğayı ve evreni kesin olarak kavradıklarını düşünmüşlerdi. Onların ve kendi söylediklerinin kesin doğrulukta olup olmadığını araştıran; şüphe eden ve bilginin eleştirisini yapan ilk filozof Kolophon'lu Ksenophanes olmuştur. Onun bilgi anlayışını, özellikle 34. fragmanda ortaya koyduğu görüşlerinin MÖ dördüncü yüzyıl skeptikleri bilginin elde edilemeyeceği tarzında aşın bir şüphecilik olarak yorumlamışlardı (1). Biz bu noktada Ksenophanes'in şüpheci olduğunu baştan kabul etmekle birlikte, onun her türlü bilgi olanağını inkâr eden Pyrronik bir şüpheci mi, yoksa belirli alanlarda bilginin imkânsız olduğunu gösteren Locke'cu bir şüpheci mi olduğunu anlamak istiyoruz (2). Ancak, bu amacı gerçekleştirirken esas hareket noktamızı, onun bilgi anlayışı ile bilgi eleştirisini kavramak belirleyecektir. Kısaca söyleyecek olursak bu bölümün temel amacı: (a) Onun farklı türden bilgileri ayırt edip etmediğini, (b) insan bilgisinin özellikleri ile sınırlarını belirleyip belirlemediğini; (c) son olarak şüpheci tutumunun niteliğini anlamak olacaktır.
"İnsan nasıl bilir?" sorusunu çıkış noktası aldığımızda hem gelenek açısından hem de Ksenophanes açısından üç muhtemel cevapla karşılaşıyoruz: (a) Doğrudan tecrübe ederek; (b) Tanrının bildirdiklerinden; (c) Başkalarının naklettiklerinden. Başkalarının naklettikleri bilgileri de sonuçta doğrudan tanıma ile Tanrının bildirdiklerine indirgeyebileceğimize göre, insan bilgisinin kaynağını iki noktada toplayabiliriz: (1) Doğrudan tanıma ve (2) Vahiy yahut Tanrının bildirdikleri. Ksenophanes her iki kaynağı da bilgimizin temeline döşerken, gelenekten önemli bir kopuşu da gerçekleştirir.
Artık insan sadece Tanrının bildirmiş oldukları ile yetinen ve dünyası hakkında melankolik bir bilgisizlik içinde yaşayan insan değildir. Kendi çabası ve doğrudan tanıması aracılığıyla bilgisini ilerletebilir ve dünya hakkında belirli bir bilgiye sahip olabilir (21B18). Bilginin ilerlemesi konusu ile vahiy bilgisine daha sonra değineceğimizden, şimdi insan bilgisinde tecrübe ile doğrudan tanımanın önemini açığa çıkarmaya çalışalım.
Eski Yunanlıların gözünde daha çok şey gören, daha çok şey bilir. Bu noktada Solon ile Hekataeos'un daha çok görmek ve tecrübe etmek, dolayısıyla Theoria'ya, daha kuşatıcı bilgiye ulaşmak amacıyla seyahatlere çıktığım hatırlamakta yarar görüyoruz. Eski Yunan düşüncesi bilgi olayını açıklarken, bilgi nesnesinin doğrudan tanınmış ve görünmüş olmasını temel bir kabul olarak benimsemiştir.
Tanrı bilgisinde doğrudan tanımanın ve bütünü görmenin deneyi nasıl kaçınılmaz ise, aynı şekilde insan bilgisinde de doğrudan tanımanın ve bilgi objesini doğrudan görmenin önemi kaçınılmazdır. Ksenophanes'in nazarında deney (peria), nesnelerin doğrudan duyulara konu edilmesi bilginin temelidir. İnsan, nesneleri, dış dünyayı duyu deneyi aracılığıyla tanır. Bilginin konusunu duyu deneyine, özellikle görme duyusuna konu olan nesneler belirler. İnsan bilgisini görünenlerle doğrudan tecrübe edilen nesnelerle sınırlandırılmıştır. Ksenophanes için bir nesneyi doğrudan tanımak, duyu algısına sahip olmak ile bilgisine sahip olmak aynı şeydir. İnsan da nesneleri Tanrı gibi doğrudan tanıyarak bilir.
İnsan bilgisinde deneyin, duyu deneyinin rolü kaçınılmaz olduğuna göre, bu durumda Tanrının doğrudan tanıması ile insanın doğrudan tanıması arasındaki farkları açık kılmak durumundayız. Daha önce belirtmiş olduğumuz gibi (III. kesim), Tanrı başka bir kavrayış gücüne ve farklı bir yapıya sahip bulunduğundan, hem nesneleri farklı şekilde görüyor hem de gerçeğin kendisini bilgisine açık ve seçik olarak konu kılabiliyordu (21B23,24,25). Ancak insanın doğrudan tanıması ya da görmesi bedeniyle, algısının fizik kapasitesi ile sınırlanmış olduğundan gerçeğin kendisini açık ve seçik olarak kavrayamaz:
Yukarıdaki fragmanda geçen "iden" (görmek) ile "eidos" (doğrudan tanıma) terimlerini uygun şekilde çevirebildiğimiz ve metni diğer fragmanların yardımı ile anlayabildiğimiz kadarıyla, Tanrının doğrudan doğruya gördüğü bütün (oulos horai) yahut kesin hakikat (to saphes), insanın doğrudan tanıması ve görmesine kapalıdır. İnsan, duyu deneyinin aracılığıyla hakikatin kendisini bilemez. Tanrının doğrudan tanıması, bütünü yahut hakikati kavrayabilecek durumdayken, insanınki bu donanımdan yoksundur. Şu halde, madem insanın bilgisi büyük ölçüde doğrudan tanımanın ya da tecrübe etmenin bilgisi üzerinde temelleniyor, bu durumda doğrudan tanıma ya da tecrübe etmenin neyin tanınması olduğunu sormanın kaçınılmaz olduğunu sanıyoruz.
İnsan neyi biliyor? Doğrudan tanımanın, duyu deneyinin konularını oluşturan nesneler, gerçeğin kendisi değilse nedir? Ortada insana ait olduğu söylenebilecek bir bilgi olduğuna göre, bu bilginin karşılık geldiği bir tür "gerçeklik" de vardır. Bu noktada eski Yunan felsefesinde hangi düzeyde olursa olsun dış dünyanın varlığının tartışma konusu yapılmadığını belirtelim. Onların gözünde bilgilerimizin doğruluğundan; bilgi olup olmadıklarından şüphe edilebilir, ancak dünyanın varlığından asla şüphe edilemez.
İnsanın duyu deneyine konu olan nesneler ne türden bir varoluşa sahiptir? Felsefi düşüncenin, mümkün deneyin sınırlarını aşarak bütün gerçeği, Tanrı gibi açık ve seçik olarak kavramaya çalıştığı bu aşamada felsefi görüşlerini ortaya koyan Ksenophanes, insan bilgisinin görünüşle, duyu deneyinin bildirdikleri ile sınırlı olduğunu söylerken, belki de eski Yunan düşüncesini (Miletos okulunu) dogmatik uykusundan uyandırıyordu. Onun gözünde insan görünüşünün ötesinde yer alan şeyler hakkında kesin doğrulukta bilgi sahibi olamaz; ancak duyu deneyinde ortaya çıkan görünüşle yetinmek zorundadır: Bizim kanaatimizce Ksenophanes, görünüş ile gerçek arasındaki ayrımı felsefe gündemine dolaylı olarak sokmasına, duyumlarımızla kavrayamadığımız hakikatin ve gerçeğin bilgisini Tanrıya atfetmesine rağmen, görünüşlere bağlı olan duyu bilgisini kökten ve topyekûn güvensiz ve sallantılı olarak değerlendirmiştir. Kendisinden sonra gelen Parmenides, gerçeğin doğrudan tanınmasının bilgisini, yani Tanrı bilgisini kendisine bildiren vahiy bilgisiyle özdeş kılarken, Ksenophanes vahiy bilgisini kabul etmekle birlikte, daha mütevazı bir yol tutarak bilginin uzun araştırmalar ve çabalar sonucu elde edilebileceğini düşünmüştür.
Ksenophanes'e göre, hakkında açık olarak konuşulamayacak ve kesin doğrulukta bilgilere ulaşılamayacak konular, Tanrılar ve kendisinin söylediği şeylerle sınırlandırılmıştır. Tanrı hakkında dile getirilen bilgileri theolojinin kapsamı içinde düşünebiliriz. Onun söylediği şeyleri de kozmolojisini göz önünde tutarsak, spekülatif doğa felsefesi ya da spekülatif metafiziğin konuları içinde değerlendirebiliriz. Ksenophanes'in kavrayışında, theoloji ve spekülatif metafiziğin konuları arasında yer alan; Tanrının özü ve biçimi nedir? Evrenin temel maddesi nedir? Gerçeğin sırları nedir? Varlığın özü nedir? sorularına cevap veremeyiz ve bu alanda kesin bilgiye ulaşamayız. Bu sebeple o, mümkün deneyin (insanın doğrudan tanımasının) alanı dışında yer alan bu konular hakkında dile getirilen görüşlerin kesinlikten çok uzak olduğunu düşünmüştür. Bu alanlarda ileri sürülen her fikir, ham tahmin ve denetlenemeyen kurgulara dayalı, doğruluğu gösterilemeyen kanaatlerden (dokos) başka bir şey değildir.
Dokoslar doğrudan tanımadığımız şeyler hakkında ileri sürdüğümüz fikirlerdir; oide ise, doğrudan görerek elde ettiğimiz bilgilerdir. Dokoslar duyu deneyinin sınırları dışında, görüşlerin ötesinde kavrayamadığımız şeyler hakkında ileri sürdüğümüz görüşlerdir. Ksenophanes'in temellendirmesinde dokoslann bilgi değerini şu şekilde gösterebiliriz:
A. Kesin bilginin ölçütü gerçeğin doğrudan tanınmasıdır.
B. Dokoslar, gerçeğin doğrudan tanınmasının bilgisi değildir.
C. Halde dokoslar gerçeğin kesin bilgisi değildir.
Yukarıdaki akıl yürütmede Ksenophanes, dokosların bilgi olmadığını değil, gerçeğin kesin bilgisi olmadığını ileri sürer. Eğer insan bilgisi dokoslardan meydana geliyorsa bu bilginin gerçeğin, hakikatin kesin bilgisi olmadığını belirtmek durumundayız. Bilginin birinci koşulu olarak doğrudan tanımayı kabul ettiğimizde, dile getirdiğimiz her görüşün doğrulanmasının ileri sürdüğümüz şeylerin gösterilmesine bağlı olduğu sonucunu çıkartmak zorundayız. Ksenophanes'in bilgi anlayışında "oide" ile "dokos" dışında başka başka bir bilme derecesi yoksa ve "oide" (kesin bilgi) de Tanrının gerçeği doğrudan tanımasının bilgisi ise, insanların görünüşleri doğrudan tanımasıyla ortaya çıkan bilgiyi "oide" saymayacak ve "dokos" olarak kabul edeceğiz. Bu durumda görünüşlerin doğrudan tanınmasıyla ortaya çıkan "dokos"lar ile görünüşleri aşan "dokos"lar arasındaki farkı belirtmek zorunda kalacağız. Ama eğer doğrudan tanımayı "oide"nin temel ölçütü sayacak olursak, Tanrının "oide"si ile insanın "oide"si arasındaki ayrımı belirlemeliyiz.
İnsan bilgisi, ister kesinliği, doğruluğu ispat edilemeyen kanaatlerden, isterse görünüşleri doğrudan tanımanın bilgisi ile aşkın kanaatlerden oluşsun, bu noktada yapılması gereken ilk iş "dokos"ların nitelikleri ile aralarındaki derece farklarım açıklamak olacaktır. Ksenophanes, insanın, görünüşler ötesinde yer alan şeyler hakkında dile getirdiği düşünceleri kesinlikten ve doğruluk değerinden yoksun kanaatler olarak değerlendirirken, uzun araştırmalar ve çabalar sonucunda elde edilen görünüş dünyasının bilgisi de kesin ve mutlak bilgi olarak değerlendirilmez. Duyular aracılığıyla elde edilen bilgilerin belirli ölçüde şüpheli ve sallantılı olduğunu teslim eder. Ancak buradaki şüpheci tutum görünüşlerin bilgisini tümüyle imkânsız kılacak düzeyde değildir. Aksine bu şüphecilik deneyim bilgisinin bulanık ve sallantılı yönlerinin giderilmesinde ve açıklığa ulaşmada yardımcı olur. Deneyim bilgisine tam bir güven duymuş olsaydık ve mükemmel kabul etseydik, asla daha düzgün ve kapsamlı görüşlere ulaşamazdık. Deney bilgisi kesinliğe, mutlak hakikate ulaşamayıp tahmin düzeyinde kalsa da, zamanla daha yetkin bir dereceye ulaşarak görünüşlerin yapısı ve işleyişleri hakkında bütünsel bir model oluşturabilir. Bu model sayesinde hem hakikatin kendisi hakkında iyi bir tahmin yapılabilir hem de Tıpçı Geleneğin deyişiyle hastalıkların (görünüşlerin) bilinmeyen nedenlerine ilişkin teşhislerde (diagnosis) bulunabiliriz. Görünmeyen ve bilinmeyen şeyler hakkındaki tahminlerimizin yanılma payı yüksek olsa da, zamanla hatalarımızı düzelterek daha isabetli tahminlerde ve önerilerde bulunabiliriz.
Ksenophanes'e göre en büyük erdem, en büyük amaç hakikati aramak ve açık bir kavrayışa ulaşmaya çalışmaktır. Gerçeğin, Tanrı bilgisinin peşinde koşan insan, bu bilgiye ulaşamayacağını bilmesine rağmen, sürekli bir çaba içindedir. Filozof bilgiyi ve bilgece yaşamanın verdiği onuru başka şeylerin sağladığı her türlü onurun üstünde tutar (21B2). Bu bakımdan, filozofun bilgisi, görünüşleri kavrayışındaki açıklık ve genişlikten dolayı sıradan ölümlülerin bilgisinin üstünde yer alır. Tanrılar gibi bir kavrayışa ve theoria'ya ulaşmak isteyen filozof, sürekli bir araştırma ve kendini derinleştirme çabası içindedir. Elde ettiği bilgilerin kesin bilgiler olmadığını bilmesine rağmen, arayışım sürdürür. Ksenophanes'in kavrayışında filozof, hakikat yolunda uzun ve zahmetli yolculuklara katlanan bir Odysseus'tur, ama varacağı bir İthaka'sı yoktur.
Ksenophanes ile birlikte insan düşüncesi ilk kez sınırlarının farkına varmış, bilgi olan ile bilgi olmayan arasındaki farkı çizmeye çalışmıştır. Onun yaklaşımı sonucunda felsefi düşünce kendisini sıradan bilgi tulumlarından araştırıcı ve eleştirici olmakla ayırt etmiştir.
Uygulamalar
Bilginin ne olduğunu tartışınız?
Gündelik hayatta bilgi nasıl algılanmaktadır, çevrenizden gözlemleyiniz.
Bilginin kaynaklarında duyum, akıl nasıl işlev görmektedir? İrdeleyiniz.
Uygulama Soruları
Bilgi nedir?
Bilgi nasıl oluşmaktadır?
Bilginin kaynaklarının neler olduğunu açıklayınız.
İnsan her şeyi bilebilir mi? Tartışınız.
İnsan bilgisinin doğruluk ölçütleri nelerdir?
Bölüm Özeti
Ksenophanes’in en büyük erdem olarak gördüğü hakikati arama etkinliği insanın temel gayesidir. Ancak, Tanrı hakikatin bilgisine doğrudan ve aracısız sahipken insan için bu söz konusu değildir. İnsan Ksenophanes’e göre tecrübe, Tanrı’nın bildirdikleri ve başkalarından duydukları olmak üzere üç yolla bilgi edinebilmektedir. Bunların dışında kendi başına hakikatlerin bilgisine ulaşma imkanı yoktur.
EK KAYNAKLAR
No comments:
Post a Comment