Oct 1, 2017

FG-10

10. NESNE VE GERÇEKLİK PROBLEMİ
Giriş
Bu bölümde, gerçeklik ve nesne kavramları, nesneye ilişkin yaklaşımlarda modern felsefede görülen çeşitli yaklaşım biçimleri ve bu yaklaşımların özellikle insan ile çevre ilişkisi üzerine yarattığı çeşitli etkiler değerlendirilecektir.
Descartes ile başlatılan Modern Batı düşüncesinde ortaya koyulan dünya görüşü, sadece çevre sorunlarına değil insanla ve toplumsal yaşamla da ilgili köklü sorunlara yol açmıştır. Dolayısıyla sorunların çözümü modern dünya görüşünün paradigması içerisinde bulunamaz. İnsan, bilgece bir tavırla, hem aklın bütün gereklerini yerine getirebilen, hem de manevî yönünü tatmin edebilen yeni bir paradigma ve kozmoloji var edebilir. Elbette bu yeni paradigma ve kozmoloji, Batı düşünce geleneği içerisindeki ve dışarısındaki bilgeliklerden ve kazanımlardan beslenerek inşa edilecektir. Bunun sonucunda, “Tanrı”, “Doğa” ve “İnsan” arasında kurulacak âdil ilişki üzerinde bina edilen hak- ödev denklemiyle, meydana getirilebilecektir.
10.1. Nesne, Gerçeklik ve Çevre
Batı felsefe tarihinin dönüm noktalarından biri olan Renaissance düşüncesi, bir yandan Eski Yunan kaynaklarına yönelerek Ortaçağın yitirdiği kozmik doğa anlayışına dönmek, öte yandan doğaya egemen olmak ve onu denetimi altına sokmak istiyordu. Renaissance, Ortaçağın geri plana ittiği yahut hemen hemen unuttuğu noetik kavrayışı yeniden canlandırmak ve Nous ile Cosmos arasında doğrudan bir bağlantı kurmak amacındaydı. Bir yandan doğa eski saygın yerine konulmaya çalışılıyor, diğer yandan büyücülük ve teknik aracılığıyla doğaya hükmetmek isteniyordu. Eski Yunan kosmik düşüncesinde Cosmos-Nous ilişkisinde doğa merkezde yer alırken, Renaissance düşüncesinde insana merkezde yer verilmişti. Üstelik kozmik düşüncede doğaya uygun davranmak önemliyken, Renaissance'da doğayı, teknik yakut büyücülük yoluyla insana uygun hale getirmek önemlidir. Renaissance, doğayla kurulan bir diyalog olan ve doğayı insanın istekleri doğrultusunda etkilemeye çalışan büyücülük tutmayınca tekniğe yönelir. Bu aşamada Renaissance, Batı düşüncesinin kaynaklarında baştan beri mevcut olan insana uygun olmayan doğa, lanetlenmiş doğa anlayışından hareketle, doğayı insana uygun hale getirecek, yetkinleştirecek; teknik düşünceyi uygulamaya geçirecektir. Gerek Eski Yunan düşüncesinde gerek Yahudi-Hıristiyan geleneğinde bu görüşler bulunmasına rağmen uygulamaya konulmamıştır.
Eski Yunan'da, Phusis kültürü, Batı Ortaçağı'nda ise bu dünyaya sırtını çeviren ve ahireti düşünen zihniyet, tekniğin, Renaissance anlamında kullanılmasına engel olmuştu. Oysa şimdi kendisini evrenin merkezine koyan yeni insan, yüzünü bu dünyaya çevirerek bütün doğaya ve evrene hâkim olmak, yeryüzü krallığını kurmak istiyordu. Artık tekniğin yeni kullanımını engelleyebilecek ne Phusis kavrayışı vardı ne de insanı gemleyebilecek dinsel dogmalar eskisi kadar güçlüydü. İşte bu noktada insanlık tarihinde ilk kez dünyayı kökten dönüştürmeye, insanın nefsani ihtiyaçlarına göre düzenlemeye yol açacak bir teknik düşüncesi ortaya çıkıyordu. Renaissance, Batı açısından sadece dünyanın keşfedildiği bir dönemin başlangıcı değil, aynı zamanda doğanın fethedildiği bir dönemin de başlangıcıydı.
Doğanın fethinin tam anlamıyla gerçekleştirilebilmesi için birkaç mevzuat düzenlenmesi yapmak, modern Batı düşüncesinin kurucuları olan Francis Bacon, Rene Descartes ve Aydınlanma çağının kimi felsefecilerine "nasıp" olacaktır. Francis Bacon, ilk iş olarak, insan aklını doğa hakkındaki "batıl" inançlarından, Phusis kökenli anlayışlardan temizler. İnsanın görevinin, natura naturata'ya egemen olmak ve onu kendi amaçları doğrultusunda dönüştürmek olduğunu belirtir. Francis Bacon, Phusis'den natura naturata'ya geçişi gerçekleştirmiş, ama natura naturata'nın işleyişini tam olarak belirleyememiştir.
Mekanist bir yaklaşımla Natura naturata'dan her türlü kutsallığı, amacı, mistik derinliği ve ruhu (psukhe) söküp atma görevi Descartes'a düşmüştür. Doğa artık somunlardan, pistonlardan, çarklardan meydana gelmiş bir makine haline dönüştürülmüştür. Doğa cansız, amaçsız, sıradan, yer kaplayan bir varlık, bir kütledir: İnsanın dışında doğadaki hiçbir varlığın ister hayvan ister bitki olsun ruhu ve canı yoktur. Hayvanlar candan yoksun birer makinedir; acı ve haz duyusundan yoksundur. Hayvanların acı çektiğini sanmak duyusal bir yanılsamadır. Descartes'e göre, can çekişen bir hayvan, olsa olsa ritmi bozulmuş bir makinenin düzensiz titreşimlerinden başka bir şey değildir. Res Ekstensa düşüncesi, insanın doğayı istediği şekilde kullanabilmesine ve biçimlendirmesine olanak sağlamıştır. Bundan böyle yapılması gereken iş Res Ekstensa'yı, hantal makineyi, insana göre ayarlamak, hatta yeni bir makine yaratmak olacaktır.
Çığır açan bu yaklaşımıyla Descartes, her türlü özsel değerden yoksun Res Ekstensa'nın karşısına, etkin ve biçimlendirici güç olarak Res Cogitans'ı, düşünen ben'i koyar. Artık her şeyin ölçüsü düşünen ben'dir ve her şey ben'in kullanımı için yaratılmıştır. Descartes'e göre, insanın görevi, doğanın hâkimi ve efendisi olmaktır. Modern teknoloji düşüncesinin en önemli yönü ortaya çıkmıştır: Res Ekstensa 'yı insana göre düzenleyen ve yeniden yaratan bir teknolojik etkinlik. Böylesi bir teknoloji anlayışı, hem Phusis'ı hem de natura naturans'ı hesaba katan natura naturata kavrayışlarının tekniklerinden farklı olacaktır. Bundan böyle doğayı hesaba katan teknik gözden düşmüş, yerine doğayı yeni baştan insana göre tepeden tırnağa düzenleyen bir teknik anlayış geçmiştir. Simgesel bir anlatışla, rüzgârı hesaba katan yeldeğirmeninden, düşünen ben 'in iradesine göre doğayı düzenleyen buharlı makineye geçilmiştir.
Descartes'dan bir adım sonra Natura Naturans'ın hem ben'den hem de doğadan sökülüp atılmasıyla birlikte meydan, bütünüyle, belirli bir yaşam tarzına uygun olarak düzenlemek isteyen insana kalmıştır. Bu düzenlemede her şeyin Ölçütü modern yaşama tarzı olmuştur. Böylece teknik, kapitalist yaşama tarzının yarattığı ve, körüklediği pseudo ihtiyaçları karşılayan bir etkinlik haline gelmiştir. Bu yeni yaşama tarzı içerisinde, doğa, hatta insanın kendisi bütün özsel ahlakî değerlerden soyulmuş, işlevsel, kullanımsal bir tüketim metası (kheremdas) düzeyine indirgenmiştir. Şimdi tüketim, eşya ile aynı düzlemde yorumlanan insanın ölçüsü olmuştur.
Modern dünya görüşünün her türlü fronik düşünceyi (ferâset), sophia'yı ve noetik kavrayışı bir kenara atarak, modem bilimsel bilgiyi ve işlevsel aklı tek değer olarak görmesi çevre sorunlarının derinleşmesinde önemli bir etken olmuştur. Sophia'sız bilginin ve fronik tavırdan yoksun tekniğin, kendi başına değer ve ölçüt olarak görülmesi, modern praksis'de onulmaz yaralar açmıştır. İşlevsel akim ve işlevsel bilimsel bilginin tek değer olarak kutsandığı bir dünyada, bırakınız doğanın özsel değer taşımasını, insanın bile özsel değere sahip olduğu kuşkuludur. Bu noktada Aydınlanma felsefesinin doğayı, dolayısıyla cansız varlıkları, bitkileri ve hayvanları özsel değere sahip özneler olarak değerlendirmemesini eleştirmek yeterli değildir.
Artık insanlığın bu aşamasında sorun, ahlakî praksis'in ve ahlakî sorumluluk ilişkilerinin, sadece, akıllı varlıklar arasında karşılıklı sorumluluk ve ödev çerçevesi içerisinde gerçekleşiyor olması değildir. Elbette akıldan yoksun cansız varlıkların, bitkilerin ve hayvanların bir ahlakî özne olarak görülmesi ve onlara karşı ahlakî yükümlülük ve ödevlerimizin belirlenmesi için yapılan girişimler, önemli çabalardır. Ahlakî praksis'in bütün varlıkların hak ve sorumluluklarını kapsayacak şekilde, yeniden tanımlanmaya çalışılması takdire şayandır. Ancak transendent değerlerin yok sayıldığı, kosmosun tinsel özünün boşaltıldığı, manevî bir yönü olan noetik kavrayışın saf dışı edildiği modern dünya görüşünde, bütün varlıkları kapsayacak bir çevre etiği nasıl kurulabilecektir? Derinlikten ve gizemden yoksun, kutsallığından soyulmuş bir doğa anlayışı ile Herakleitos anlamında manevî ve doğaüstü bir gönül kavrayışından mahrum işlevsel ve sığ bir akılla nereye kadar doğanın sanatsal temaşası gerçekleştirilebilir?
Modern dünyada ortaya çıkan çevre sorunları, modern dünya görüşünün tanrı, doğa, insan, din, ahlak, bilgi ve bilim anlayışının sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda Modern Batı düşüncesinin ortaya koyduğu dünya görüşü, sadece çevre sorunlarına değil insanla ve toplumsal yaşamla da ilgili köklü sorunlara yol açmıştır. Bu noktada sorunların çözümünün modern dünya görüşünün paradigması içerisinde bulunabileceğini düşünmüyorum. Ayrıca sorunlarımızın ilksel yaşama ve düşünme tarzlarına ve Tek Tanrı'cı dinlerin yitirilmiş cennetine dönülerek de çözülebilmesi mümkün görünmemektedir. İnsan bir kez bilgelik ağacının meyvesini yemiş, iyi ile kötünün bilgesine sahip olarak cennetten, sorunların bulunduğu Yeryüzüne gönderilmiştir. Artık ağlamanın ve kötümser duygular içerisinde günah çıkartmanın bir yararı yoktur. İnancıma göre, insan, bilgece bir praksisle, hem Aklın bütün gereklerini yerine getirebilen, hem de manevî yönünü tatmin edebilen yeni bir paradigma ve kozmoloji var edebilir. Elbette bu yeni paradigma ve kozmoloji, Batı düşünce geleneği içerisindeki ve dışarısındaki bilgeliklerden ve kazanımlardan beslenerek inşa edilecektir. Böylece, Tanrı-Doğa-İnsan arasında kurulacak âdil ilişki üzerinde bina edilen hak- ödev denklemiyle, fronik bir teknik meydana getirilebilecektir.
Uygulamalar
Nesnenin ne olduğunu tartışınız.
Gerçeklik nedir? Nasıl anlaşılmaktadır? İrdeleyiniz.
Modern felsefede nesneni kavranışına etki eden unsurlar nelerdir.
Modern dünyanın çevre sorunları ile din, bilim ve felsefenin ilişkisini tartışınız.
Uygulama Soruları
Nesne nedir, açıklayınız.
Gerçeklik nasıl anlaşılmaktadır?
Modern felsefede nesne türleri nasıl anlaşılmaktadır?
Felsefede görülen nesne kavrayış farklılıklarının insan ile çevre ilişkisi üzerinde ne türden etkileri olabileceğini tartışınız.
Bölüm Özeti
Bu bölümde, Descsrtes’ın res cogitans ve res extensa ayrımı yaptığını gördük ve onun bu ayrımı ile beraber doğanın makine gibi görülmeye başlandığını ve dolayısıyla ereksellik anlayışının göz ardı edilerek matemaksel-mekanik bir aklın merkeze oturduğunu gördük. Bu akıl ile insanın temel gayesi olarak doğayı bilmek ve ona hakim olmak anlayışı gelişmiştir.
Nesne ve gerçeklik konusunun ele alındığı bu bölümde Descartes felsefesinde bunların ne anlama geldiği anlaşılmaya çalışmıştır. Düşünen ben ile yer kaplayan cismi birbirinden ayıran Descartes, doğanın makine gibi işlediğini ve dolayısıyla bu makinenin kurallarının öğrenileceğini savunmuştur. Renaissance döneminde bu anlayış iyice yerleşmiş ve doğa arka plana atılırken, esas olan akıl olarak görülmüştür. Bu yaklaşım da günümüze kadar insan ile doğa ilişkisinde pek çok çıkmazın sebebi olmuştur.
EK KAYNAKLAR

No comments:

Post a Comment