Dün konuşmuştuk, satranç
dünya şampiyonluğu maçları serisi bugün başlıyor. Satrançta yıllarca bir numara
olsanız da, eğer dünya şampiyonu değilseniz tarih size pek yüz vermiyor. Resminiz
Amman, Stockholm, Tahran veya Üsküp’teki
emektar satranç derneklerinin duvarlarında yer almıyor. Şanslıysanız, en fazla
Paul Keres gibi memleket kronuna resminizi
basıyorlar. Peki ya şampiyon olursanız? İşte o zaman, büyük Morphy’nin, dahi
Alekhine’nin, filozof Lasker’in ve ekselansları Capablanca’nın portrelerinin
yanına sizinkini de asıyorlar. Ne gurur!
Şimdi oyuncuları biraz daha yakından tanıyalım. Yaşına hürmeten Anand’la başlıyoruz. Kariyeri başarılarla dolu olsa da Kasparov’dan aldığı sayısız yenilginin kekremsi tadı onu terketmiyor. Birkaç yıl önce Gelfand gibi zayıfça bir rakibi yenerek ünvanını korudu gerçi ; ancak, yeni doğan oğlunun gece yarısı ağlamalarından olsa gerek, son birkaç yılı tatsız geçti. Anand arkadaşınız olmasını isteyeceğiniz kadar iyi bir insan. Ve bu, inanın, satranç dünyasında vezir fedasından daha ender görülen bir durum!
Magnus Carlsen. Norveçli,
orta- üst sınıftan bir ailenin pek rahat yetiştirilmiş oğlu. Sadece keyif
aldığı şeyleri yapan bir nev’i modern Montaigne. Arada kötü de oynasa, firmalarla
yaptığı sponsorluk anlaşmalarından dolayı tuzu kuru. Liv Tyler’la aynı kot
reklamında poz vermesi camiayı pek heyecanlandırmıştı. Kıyas doğru değil belki
ama, insan ister istemez, evine ekmek götürebilmek
için tahtada iyi hamleler bulmak zorunda olan, devlete bağlı Sovyet ustalarını hatırlıyor. Parlak
kazançları yanında, esasen, sıkıcı beraberlikleri inadıyla kazanca çevirdiği için
seviyorum ben Magnus’u.
Peki biz ekran
başında en çok kimin hamleleri için bağıracağız? Kasparov, paranın tatlı kokusu
o taraftan geldiği için Carlsen‘ci olabilir ama biz oyuncuya değil tahtaya bakarız.
Yine de, gençtir, yürü be Magnus!
No comments:
Post a Comment